Kayıtlar

Temmuz, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

to be or not to be

Sevgili Okur, Neden çağımızın bu hastalıklı yapısına yenik düşüp şu an bu satırları okuyorsun. Kalk git daha iyi birşey yap, hadi bakalım! Gelelim benim zevzeklemelerime... Yoğun geçen iki hafta, yorgun günler ve sonunda 2 saatlik bir uyku ile 15 saattir ayakta koşturma ile geçen son günün peşinden kendimi gayet sersemlemiş bir halde havalimanında buldum. Gölgede hoş esintili, hamakta uyuklamalık bir havadan, güneşte kavrulmalık bir havaya maruz kalmış, hangimiz takım elbise hangimiz ten sorusunu yaşatacak yapışmaların yaşandığı günün ardından bir kadeh de şarabın "hafif" çarpması ile beyin ölümü mü yoksa uyanık derin uyku mu bilemediğim bir duruma maruz kaldım. Dışarıdan bakıldığında oldukça normal bir insan gibi görünen ben, gözleri açık tutma otomatına bağlamış şekilde başka bir dünyada yer aldım saatlerce. Abartısız. Söyleneni idrak edememe ile algılayabildiğim üzerine fikir geliştirememe durumu yaşadım. En sonunda arabada kendimi hayatı sorgularken buldum. Arka p

Prensesler Orta Doğu'da da olur ama!

Gecenin bir körü, uykulu gözlerle indik Amman'a. Karanlıkta etrafı görmeye çalışarak otele yol aldık. Gördüğümüz karanlıklar deniz mi yoksa çöl mü diye iddialaşarak zaman geçirdik. Sonraki günlerde gördük kü Ankara ne kadar kurak ve bozkırsa Amman da en az onun kadar kuraktı. Gün gözüyle gördüğüm Amman ülkemizdeki görüntü kirliliğinin aksine iklim koşullarına uygun, tek tip taş evlerin birbiri ile uyumlu şekilde yer aldığı bir şehir. Kafanızda canlanabilecek Orta Doğu görüntüsüne oldukça yakın. Modernlik ve geleneksellik birbiri ile bir arada var olmayı öğrenmiş. Her ne kadar bana kısmet olmasa da jumbo karideslere doyabileceğiniz restoranlar, çok sayıda lübnan lokantaları şehrin dört yanına dağılmış durumda. Bir de şu an adını hatırlamasam da bizim baklava/kadayıf sarması gibi bir tatlıları vardı, çok methettikleri (tümden silmişim hafızadan). Tatsız tuzsuz birşey olduğunu hatırlamam dışında ben de pek yer etmemiş. Kakuleli kahveler diyarından bir diğeri olan Ürdün'de ba

Tranformerlaştırdıklarımızdan mısınız, yoksa transformerlaştıramadıklarımızdan mı?

Resim
Transformer serisinin son filmi de gösterime girdi, çok şükür. Bir an o berbat ikinci film ile sona erecek diye korkmuştuk, bu hayatımızda sarsıcı değişiklikler yapan filmler dizisinin. Aradan geçen yıllar ve bende bıraktığı etki ile ilk iki filme ilişkin aklımda çok birşey kalmadı. Velakin diyebilrim ki ilk film, çocukluk yıllarımızdan aklımızda kalan çizgi film görüntülerinin son teknoloji ile birleşimi sonucu kötü senaryosuna ve konu mankeni gözel bayana rağmen izlenir bir nitelikteydi. Ayrıca John Turturro'su ve alem adam aile babasını canlandıran Kevin Dunn ile keyifli zaman geçirmemizi sağlamıştı. Şimdi net hatırlamıyorum ama alt planda bize yine siyasi içerikli mesajlar vermeye çalışıyordu yanılmıyorsam. Ben o mesajı alamamışım. İkinci film ise aynı kötü bayan oyuncusu, daha sıkıcı konusu ve niyeyse gelenek olduğu üzere "ikinci film, daha fazla aksiyon, kan, gürültü, şiddet" unsuru ile oldukça kötü bir izlenim bırakmıştı. Haa, diyeceksiniz bütün bu yorumlara

Baykuş uçuverdi, kanadını açıverdi...

Nikah için davetiyeleri yollarken bir arkadaşım cevap yazdı. Tamam herkesi anlarım da sen evleniyorsun ya çok şaşırdım dedi. Olumsuz bir mana da değil de senin kafada bir insan nasıl evleniyor şaşırdım manasında. Ben de en az onun kadar şaşkınım aslında. Her insan evladı gibi, ortalama hayatlar süren, benim de "to do list"imin bir parçası idi evlenmek. Ama hep geleceğin bir parçası idi bu düşünce, gerçekleşmesi beklenen değil. Ama işte dünya üzerinde bu kadar sevebileceğim ve beni mutlu edebilecek başka bir insan olamaz herhalde düşüncesini oluşturan bir insan ile tanışınca işler değişiyor. Değişmeyen ise evlilik kavramının varlığı. Evet, evleniyorum. Herkes gibi nikah, kına, balayı garabetlerine bulaştım. Mümkün olduğunca kaçmak istedim, hatta azcık alışılmışın dışına çıkıp alternatif şeyler bile yapmayı düşündüm. Lakin bazı şeyleri ortalama derecede gerçeğe dönüştereceksin ki kimse kafa yormasın, sen de sonradan acaba deme. Vesselam, yaptık bişeyler, yapıyoruz hala. Tik tok

Ben burdayım da sen nerdesin?

Son günlerde kafayı facebooka ve fb üzerinden karakter tahliline verdim. Kendi özünde sakat bir malzeme olan ve hayatımızı saran facebook insanlar için sadece arkadaşlarla iletişim kurduğumuz, kendimizden haberdar ettiğimiz ve paylaşım içine girdiğimiz bir platform değil; insanlara en nevrotik yönlerimizi sergilediğimiz, fb psikiyatrları türese ilaç yazabilecekleri bir ortam. Örneğin, son derece mutsuz olan ve mutsuzluğun onun üstünde yarattığı etkiden aldığı hazdan dolayı sürekli mutsuz olmaya çalışan bir "arkadaşım" var. Aynı Closer'da Clive Owen'ın Roberts'ın karakteri için yatığı tanımlamadaki insan bu. Mutsuzlukla var olma! İşte bu insanoğlu, kendine o derece saykotik bir ortam yaratmış ki günün 20 saatini facebookta yaşadığından şüpheleniyorum. Yazdıkları da çoğunlukla söylenme, şikayet, başkalarına laf sokma ya da bir noktada kaçınılmaz olanı takdir etme şeklinde gerçekleşmekte. Nevrozları olan bir insanım ben de. Huysuzluklarım var, insanların bir kısmını

Üşengeçlik ve Dijital Boyutta Kaybolma üzerine...

Bir yazının en kilit noktası illa ki başlığıdır. Eğer başlık ilgi çekici ise okur ister istemez bir iki paragraf okuma yürekliliğini gösterir. Aksine başlıkta iş yoksa okur başarılı bir yazıdan mahrum bile kalabilir. Aylardır elimi sürmediğim, tek kanadı kırık baykuş bloguma an itibari ile diğer blogları kıskanarak bir defa daha elimi süresim geldi. İşte işin üşengeçlik kısmı burda. Teknoloji, küreselleşme, ipad vs gibi kavramlarla hızlanan hayatımız yine bu kavramlarla boşalmaya devam ediyor. Adam sana kendini ifade etmen ve bir yandan kenarda çıkacak reklamlarla para kazanma yolu olarak sana bir nimet olarak blog sunsun; tek yapman gereken klavyenin tuşlarına dokunmak olsun; sen kılını bile kıpırdatma. Bir çok yazım, fikrim düşünme aşamasından öteye geçememekte. Fikri irdeleyip kafada dallandırıp budaklandırıp o aşamada bırakıyorum. Neden peki? Vakit yok. Yalan!!! Bilimum sayıda dizi izlemeye, tv karşısında uyuklayıp salya akıtmaya vakit var da on onbeş dakika şuraya ayırmaya mı vaki