Addiction

Geçen dedim ya havalar soğuk, kahvenin yeri bir ayrı oluyor diye, tam bunun üzerine geçenlerde Guardian'da bir yazı gördüm. Filmler ve kahve arasındaki ilişkiyi anlatmış, gayet de güzel anlatmış. Okuyalım, bilgilenelim...



Tarihsel açıdan kahveye bakarsak en eski kullanımlarından birinin Osmanlı'ya ait olduğunu görürüz. Bir öğünü Kahve-altı olarak adlandıracak kadar bağlandığımız kahvenin günlük yaşantımızdaki yeri, çözünür halinin Nestle'nin Nescafesi olarak piyasaya sürülmesi ile değişti. Efenim, çözünür kahvenin geçmişi 1930lara dayanırken tam bilemediğim (öğreniriz elbette bir gün) bir tarihte ülkemize de sızarak, meşhur Türk Kahve'mizde kayma yaramıştır. Özellikle belli bir yaşın altındaki vatandaşımıza uzak bir kavram halini almıştır.Ama kim korkar hain çözünür kahveden?



Korkmayın, çünkü sonrasında daha büyük bir bela girdi hayatımıza! Evet, o şeytan işi, o zehirli içecekler sunan dükkan: Starbucks!!! Halkımızın kahveye bakışı değişti. Karton bardak üstüne adımızın yazılması bile bir olgu olarak hayatımızda yer alır oldu. Karşı mıyım Starbucks'a? Ha'aşa. Mmm, olsa da içsek. Ama diyorum ya, kayma yaşadık. Elimizde sıcak şeysi geçirilmiş karton bardaklarla sokakta yürümek pek bi ayrı gelir oldu. Ben bunun bi adım ötesine de geçtim! Araba kullanırken içeyim dedim. Sonuç, 10 saniye içinde bardaklığa konan ve yol sonunda soğumuş kahve oldu. Yok, bana göre değilmiş.





Filmlere ve kahve olayına geri dönersek... Küçükken, Starbucks ve muadilleri ülkemize, bana uzakken film izlerken bir konu kafamı hep kurcalardı. Çoğunlukla iki polis arasında geçen bir konuşmada ya da romantik komedilerde kızın oğlanla tanışma anında, illa ki konu mankeni olan kahvenin nasıl oluyorda bardağın tepesinde o kapak dururken "hüpp, hüppp" içildiğini çözemezdim. Bir süre bunun holivud filmlerindeki diğer aldatmacalardan biri olduğunu düşündüm. Hani kadın/adam arabadan iner, kapayı kapatır ve gider ya. Bizse ineriz, kapıyı kilitleriz, aynayı içeri alırız, beş adım gider, "üleynn" der, döner kapıyı bir daha kontrol ederiz. Onlarsa rahat. Jeep'i "bip bip" diye öttürme gereği duymadan gidiyorlar. Ya da üstünde çanta taşımayan kadınlar. Nasıl ya? Çanta taşımadan çık dışarı, first date'ine git, sinemaya git, vs. Bir de tabii ıssız adada kılsız kalmayı başaran kadınlar. Gerçi bu durumu Asena Survivor sonrası anlatmıştı ama! Sonuç olarak, kahvenin ülkemizde de kağıt bardaklara düşmesi ile kapak varken içme olayını çözmüş oldum.



Kahve ve filmlere dair birkaç saptamada daha bulunursam...

* Bir erkek/kadın diğerini evine kahve içmeye davet ediyorsa, gerisi malum...
* Filmin bir sahnesinde kahve arabanın üstüne konursa, o kahve illa ki ilerleyen dakikalarda orada unutulup dökülecektir. Çehov ve tüfek olayı gibi.
* Bir kadın/erkek kahve içerken biri yanlışlıkla gelip çarpar ve kahve üstüne dökülürse, döken kişi ya ilerleyen dakikalarda romantik işlerin kızışacağı kişidir ya katilidir ya da peşindeki ajandır.
* Filmlerdeki Amerikalılar uykusuz bir gece geçirdiyse kahve içerek "hooop" ayılırlar. Denedim, ben de işlemiyor.
* Amerikan filmlerindeki evlerde ev cinleri bulunur. Nerden mi biliyorum? Çünkü sabah yeni uyanan iki kişi "kahve ister misin" diye bir muhabbete tutuşabilirler, hem de o kahveyi kimin yapmış olabileceğinden şüphelenmeden.
* Amerikalılar kompleks kahve içerler. Bizim gibi mocha alayım ya da yağsız sütlü latte alayım demez. Sütü aşırı sıcak, kafeinsiz ve bilmemneli olsun kahvem der.



Son olarak konuyu güzel şarkılarla bağlayalım...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Gezi Notları: Bangladeş