Annesinin kuzusu

Şehir silueti ile beraber fonda bir ninni mırıldanması duyarız. Kamera New York'u geniş açıdan tarayarak ilerler ve sonunda bir apartman girişinde durur. İşte orada tanışırız Guy ve Rosemary Woodhouse ile. Guy tutunmaya çalışan bir aktörken eşi Rosemary, evini ve ailesinin geleceğini planlayan genç bir kadındır. Kiralamak için baktıkları daireyi çok beğenen Rosemary kocasının isteksizliğine rağmen ısrar eder ve kiralarlar. Yakın arkadaşları Hutch, kiralayacakları apartmanın geçmişinde çeşitli şeytana tapma ayinleri gerçekleştirildiği, bu konularla ilgisi olduğu yönünde suçlanan insanlar yaşadığı ile ilgili hikayeler anlatır. Ama Rosemary evi o kadar beğenmiştir ki bunları duymazdan gelir.



Eve taşındıkları zaman yan komşuları Castavet'ler - yaşlı bir çift- musallat olur. Yemeğe çağırmalar, habersiz uğramalar. İlk başlarda Guy da rahatsız olsa da zamanla onları çok benimser. Rosemary ise mesafesini korumakla beraber kocasına hayır diyemez. Çocuk sahibi olmak isteyen Rosemary'yi kocası henüz erken der. Ancak taşındıktan kısa süre sonra işinde şansı açılır Guy'ın ve birden çocuk sahibi olma fikrine Rosemary'dan bile sıcak bakmaya başlar. Sonrasına girmeyelim, herkes izleme zevkine varsın.



1968 yapımı bir Roman Polanski filmi olan Rosemary's Baby, Ira Levin'in 1967 tarihli, aynı isimli kitabından uyarlama. açılış sahnesinden son sahnesine kadar kült olmayı hakeden bir korku filmi. Oyunculuklar, özellikle Mia Farrow çok başarılı. Hamile bir kadının korkuları, sanrıları ve tepkileri ile dışarıdan bakıldığında evhamlı bir hamile kadın mı karşımızdaki yoksa gerçekten etrafında tuhaf olaylar dönen biri mi anlamak zor. Hamilelik ve doğum sonrası kadınların psikolojilerinin gerçeklerden sapmaya uğratabiliyor ve bu açıdan bakıldığında sonu bu kadar düz bağlanmasa, muğlak bırakılsa değişik okumalara da imkan verebilecek bir hikaye oluyor Rosemary'nin bebeği.


Bunu dışında çok başarılı sahneler olduğunu bellirtmeden geçmeyeyim. Rüya sahneleri ekrana daha iyi nasıl aktarılabilirdi bilemiyorum. Sonra Mia Farrow'un hamile haliyle trafiğin içine dalışı da güzel sahnelerden biri. Özellikle de film icabı yaratılmış bir sahne olmaması, Farrow'un gerçekten New York trafiğine dalması, hiç bir kameramanı ikna edemediği için Polanski'nin kamerayı kendi devralıp sahneyi çekmiş olması sahneyi daha da özel yapıyor. Ve son sahne, işte o da kült sahneler arasında yer alır.

Kısaca, öyle ya da böyle bu film bulunup izleniyor ve dimağımız gelişiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Gezi Notları: Bangladeş