Kayıtlar

Ekim, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İtalya: Roma

Resim
Yorgun, argın vardığımız sıcakkkk Roma artık son durak oluşundan dolayı bizi mutlu etti. Doğru bir otel tercihi yaptığımız için sevinerek az dinlenme sonrası kendimizi yollara attık. Yemek konusunda diğer şehirlerden nispeten daha iyi bulduğumuz Roma, özellikle lezzetli patates kızartmaları ile Burger King'i kral yaptı bizim için! Tipik cahil turist diye beni yargılamadan diyeyim o kadar gün sonunda artık İtalyan yemeği cazibesini yitiriyor, pizza görünce midemiz kalkıyordu. İlk günümüz yemek, merkezi gezme şeklinde geçti. Çok da zorlamak istemedik. İkinci gün sabah erkenden Vatikan'da soluğu aldık. İnternetten bilet aldığımız için kendimizi kutlayayıp rahat rahat içeri girdik. Gezmemiz yarım gün aldı. Oldukça da detaylı baktığımızı söyleyebilirim. Zaten 15 tane Madonna con bambini tablosu gördükten sonra diğer 35i biraz daha hızlı geçiyorsunuz. Hatta bir noktada kendimize yeni bir oyun bile uydurduk. İsa'nın doğuşunu resmeden bütün tablolarda göz göz bakan i

İtalya: San Gimignano

Resim
San Gimignano, tam bir Ortaçağ kasabası. İnsanlar o günün kıyafetleri ile dolaşsa zaman yolculuğu yaptığınza ikna olursunuz. San Gimignano'ya Floransa'dan tren veya otobüsle gidebilirsiniz. Ancak trenle gittiğiniz takdirde Poggiponsi'de aktarma yaparken baya bir bekliyorsunuz, tavsiye etmem. Biz Siena'dan otobüsle geçtik ki yine Poggiponsi'de aktarma yaptı, ama çok beklemedik. Kısa ve bol dönemeçli bir yolun sonunda San Gimignano'nun dış duvarlarına ulaştık. Kasaba zaten duvarlar içinde. İçinde Ortaçağ'dan kalma ünlü kuleleri var. Tepesine çıkarsanız muhteşem bir Toskana manzarası ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Gerçi muhteşem manzara için kuleye çıkmaya bile gerek yok, San Gimignano kendisi tepe üstünde kurulu olduğu için şehri bir çok yerinden harika manzaralara ulaşabiliyorsunuz.  Zaten oklarla bir çok yerde en iyi fotoğrafı nerde çekeceğiniz gösteriliyor. Bunun dışında gezecek bir iki müze, sergi de bulunmakta. Ama asıl ilgi çeken ş

İtalya: Siena

Resim
Siena, Toskana Bölgesinde Floransa'dan bir taş atım uzağında küçük bir şehir. Floransa'ya kadar gittiyseniz, vaktiniz de varsa muhakkak gidip görmeniz gerekir. Biz otobüs istasyonundan 6 Euro'ya aldığımız biletlerle atladık otobüse, yaklaşık 45 dakika sonra Siena'daydık. Trenle gidebilme ihtimaliniz de mevcut ama otobüs yolu gayet keyifli. Floransa'nın karşı kıyısının içnde baya gezip, etrafındaki küçük kasabalara uğrayarak otoyola çıkıyor. Sonrası filmlerde gördüğünüz Toskana manzarası.Uzakta bağlar, çam ağaçları, döne döne çıkan yollar... Bizim vaktimiz sınırlı olduğu için Siena'ya yarım gün ayırdık. İlk iş meydana inip bol bol fotoğraf çekmek oldu. Sonra da kendimizi ara sokaklara vurduk. Kimi zaman yukarı kimi zaman aşağı giden dik yokuşlardan yürüdük. Bir ara Siena Üniversitesi'nin kampüsüne daldık. Manzara buradan şahane, muhakkak uğrayın. Bir süre sonra karınımızın guruldaması ile restoran aranmaya başladık. Bir aşağı bir yuka

İtalya: Floransa

Resim
İtalyanca öğrenmeye büyük bir hevesle başlamıştım. Ben biraz maymun iştahlı bir insanım, kolay kolay heves göstermem, siz düşünün İtalyanca aşkımı. Ancak ilk İtalya'ya gitmeye karar verene kadar Floransa ile ilgili çok bir fikrim yoktu. Vardı ama özellikle ilgimi çekecek bir yanı yoktu. Dil okulu niyetiyle İtalya fikri oluşunca arkadaşlarımdan fikir istedim. Asıl tercihim tabii ki Roma'dı ama ülkenin tam ortasında yer alması, birçok yere gitmeme imkan tanıyacağı için "eh hadi Floransa olsun" dedim. İyi ki de demişim. Ben bu şehre aşığım. Benim için dünyadaki en güzel 5 şehir içine girer ve mümkün olsa yaşamak istediğim tek şehir olur. Önceki seferin tecrübesi ile tabii ki Floransa'ya 4 günden az vakit ayıramazdım. Bir daha fırsat olursa en az 1 hafta-10 gün ayırırım. Hımm sanırım bir daha fırsat olursa benim İtalya için en azından 6 ay ayırmam gerekecek gibi :) Floransa'da daha önceden uzun süreli gezmiş görmüşlüğüm olduğu için daha bilinçli bir prog

İtalya: Venedik

Resim
İlk kez Venedik'e gittiğimde sabahın köründe bir tren ile Floransa'dan yola çıkmış, günün ilk ışıklarında bu büyülü şehre varmıştım. Puslu bir havada tren yolunun sonunda görünen şehir/ada sanki bir masalın dünyada vuku bulmuş hali gibiydi. Tren başka bir dünyaya açılan portal gibiydi. Anlayacağınız bizimki ilk görüşte aşktı. Tabii böyle bir başlangıç yapınca bu hisleri tekrarlamak oldukça zor oluyor. Saat 11'e doğru vardığımız Venedik öyle puslar içinde masal diyarı gibi değil, daha çok tıka basa bir arı kovanı gibi görünüyordu. İlk iş yine otele gitmek oldu. Hotel Moderno'nun bir insan genişliğinde girişinden geçip kapısına ulaştık, düğmeye bastık ve hoparlörden gelen sesle irkildik. Bir bilimkurgu filminden kaçıp otele sığınmış bir kadın/erkek bize bu otel yerine kardeş otelimizde kalmak isteyip istemeyeceğimizi, hemen bir görevlinin bizi almak üzere geleceğini söyledi. Hıı ne derken sempatik otel görevlisi dibimizde bitti ve bizi diğer otele götürdü. Giriş

İtalya: Milano

Resim
Önceki postta dediğim gibi Milano hem biraz ulaşım sebebiyle hem de "Milano'yu görmeden olmaz" diyerek seçtiğimiz amma velakin çok süre ayırmamaya karar verdiğimiz ilk durağımız oldu. Öğlen 12 sularında ulaştık Milano'ya. Havalimanından 10 Euro'luk otobüs seferi ile şehir merkezine geçtik. Kaldığımız otel (Windsor) google map'e ve yorumlara göre tren istasyonuna yakındı, biz de orada indik. Ertesi gün Venedik'e geçeceğimiz için öncelikle tren biletimizi aldık, sonra ufak çekçeklerimizle yola koyulduk.  Sabahın köründe başlayan Havaş-Esenboğa-Sabiha Gökçen-Milano-Şehir merkezi yolculuğunun yorgunluğu ile nedense otele giden yol gözümde büyüdü. Bir de kestirmeden değil de azcık da olsa yolu uzatarak gitmişiz, onun da etkisi var. Otel yapıldığı ilk dönemde (muhtemelen 70ler-80ler) oldukça modern ve ihtişamlıyken şimdi biraz eski kalmış. Buna rağmen odalar yenilenmiş ve oldukça modern, geniş, banyo güzel. Ücretsiz internet var. Bir de kahvaltısı

Korkunç bir hikaye

Resim
Yılların dizici baykuşu olarak diyeilrim ki az sayıda dizi her haftaki bölümü beklemeye neden oluyor. En beğendiğiniz diziler bile bazen sıkıyor ve bir kaç bölümü atlayabiliyorsunuz, bazı sezonları ayıp olmasın diye izliyorsunuz. Şimdilik benim için istinai şekilde mükemmel gidişatını bozmayan dizi American Horror Story oldu. Jenerik müziğinden itibaren ekrana kilitleyip bölüm sonunda şarkı arayışına düşürterek, bir sonraki bölüme kadar "ulen ne bölümdü" nidaları ile haftayı geçirtmeyi başararak ayrı bir kült seviyeye ulaştı. Eh 3. sezon başlamışken iki çift laf etmemek ayıp olur elbette.  Alışageldiğimiz dizi konseptinin dışına çıkarak her sezon farklı bir korku öğesi üzerinde durarak hem tek düzeliği aşıyor, hem de sabit oyuncuları farklı karakterlerde görmemizi sağlayarak merak dozunu arttırıyor. Diziye farklı zamanlarda girip çıkan başarılı oyuncuları da atlamamak lazım.  İlk sezon, hem diziyle tanışma hem de "bakalım adının hakkını verebilecek mi?&

Hepimiz Oblomov'uz...

Sizin de saplantılı düşünceleriniz var mıdır? Hani birşeyin gerçekleşeceğine/ gerçek olduğuna kendinizi o derece inandırırsınız ki olmazsa şaşırırsınız, belki hayal kırıklığına uğrarsınız. Bahsettiğim uzaylıların gerçek olup olmadığına inanmak ya da falda çıkan bir olayı beklemek değil, kendi kendinize yarattığınız bir düşünce. Mesela ben lisedeyken benim saplantılı düşüncem 2000 yılında kıyametin kopacağıydı. Tabii o sene ÖSS'ye (şimdi adı ne bu sınavın, takip edemiyorum?) gireceğimin bilinçdışı bir düzeyde beni etkilemiş olabileceğini de düşünmekle beraber niyeyse illa kıyamet kopacaksa 2000 yılının buna çok uygun olduğu yönündeydi. Elbette etrafta dolanan bir sürü komplo teorileri de buna katkı yapmış olabilir. Ama ne yalan söyleyeyim 2000 yılı başladığı gibi itince yani hayatın normal bir parçası gibi takvimden silinince şaşırmadım diyemem. Ha memnun muyum, elbette. Ama dedim ya saplantılı düşünce işte. Hatırlayan ya da gören var mıdır aranızda bilmem ama ben ortaokul