İtalya: Venedik

İlk kez Venedik'e gittiğimde sabahın köründe bir tren ile Floransa'dan yola çıkmış, günün ilk ışıklarında bu büyülü şehre varmıştım. Puslu bir havada tren yolunun sonunda görünen şehir/ada sanki bir masalın dünyada vuku bulmuş hali gibiydi. Tren başka bir dünyaya açılan portal gibiydi. Anlayacağınız bizimki ilk görüşte aşktı.

Tabii böyle bir başlangıç yapınca bu hisleri tekrarlamak oldukça zor oluyor. Saat 11'e doğru vardığımız Venedik öyle puslar içinde masal diyarı gibi değil, daha çok tıka basa bir arı kovanı gibi görünüyordu.

İlk iş yine otele gitmek oldu. Hotel Moderno'nun bir insan genişliğinde girişinden geçip kapısına ulaştık, düğmeye bastık ve hoparlörden gelen sesle irkildik. Bir bilimkurgu filminden kaçıp otele sığınmış bir kadın/erkek bize bu otel yerine kardeş otelimizde kalmak isteyip istemeyeceğimizi, hemen bir görevlinin bizi almak üzere geleceğini söyledi. Hıı ne derken sempatik otel görevlisi dibimizde bitti ve bizi diğer otele götürdü. Giriş böyleyse başka otele gitmekte hiççç bir sakınca yok dedik.
Neyse ki gittiğmiz yeni otelin girişi bir buçuk insan enindeydi! Otel eski bir binadan dönüştürülmüş, muhtemelen tek bir oda 2-3'e bölünerek banyolu odalara dönüştürülmüş. Hal böyle olunca, Venedik'in nemi-rutubeti işlemiş duvarlar, bir yatağın etrafında kalan 15-20 cmlik bir genişlik içinde bulduk kendimizi. Tek derdimiz gece uyumak olunca çok sorun etmesek de bir daha kalmam orada :) Öderim paramı babalar gibi kalırım.

Venedik'te bulunmak, binaların yeşil pancurlarını, camlardan sarkan çiçekleri, küçük kavisli köprüleri görmek bile insana o kadar büyük bir doyum veriyor ki anlatamam. Venedik'te zamanımız yine kısa ve öz olduğu için müzeleri gezmek ya da adalara gitmek gibi aktivitelere girmedik. Daha önce geldiğimde gondola bindiğim için ve iki fotoğraf karesi dışında çok bir katkısı olmadığı için onu da atladık.


Tuğla kitabımızın bir günlük tur programını uyguladık. Adım adım hangi yerlere hangi sıra ile gitmemiz gerektiğini söylüyordu, biz de onu izledik. Rialto Köprüsü, San Marco Meydanı başta olmak üzere küçük adacığın hemen hemen her köşesini dolaştık. Hava Milano'ya nazaran daha güzeldi. Hafif esintiler dışında sıcaktı. Akşam üstü pazar yerine ulaştık. Hemen hemen kapanmıştı ama birkaç tezgah duruyordu. Muhteşem görünümlü çilekleri kaptığımız gibi bir köşeye oturduk ve kendimize ziyafet çektik. Yeme içme ihtiyacı için sadece restoran gezmek yerine pazar-market gezmek oldukça faydalı oluyor, muhakkak deneyin.


Yeme içme olayında yine rehberden yararlanmadık! Akıllanmamak budur işte! Öğlen pizza, sandviç satan ufak bir dükkanda tıka basa yedik. Fiyatlar şaşırtıcı şekilde Milano'dan ucuzdu. Akşam yemeği için ise otelden yardım aldık, ilginç bir mekan dizaynı ve güzel yemekleri olan bir restoranda yemek yedik (ismini maalesef bulamadım). Ama mekanlar genel olarak Milano'dan daha kaliteli ve uygun fiyatlı görünüyordu. Otelde kahvaltı olmadığı için ertesi sabah kahvaltı için de azcık dolandık, sonra İtalyanların peşine takıldık ve girdikleri yere girdik. Muhteşem bir sandviç ve muhteşem ötesi Cafe Latte içerek güne başladık. Meğerse yapılması gerken sabahın köründe işe gitmeye hazırlanan İtalyanları izlemekmiş, size en büyük tavsiyem bu olsun.



Hediyelik eşya dersekkk... Tabi ki maske alın, eşeklik etmeyin. Çok çeşitli maskeler, pinler, eşarplar, magnetler var. Ben daha önce maske aldığım ve küçük valizimi doldurmak istemediğim için bu sefer es geçtim. Ama kedili maskeler özellikle çok hoşuma gitti ve bir dahaki sefere (neden olmasın) muhakkak alacağım.


Sonuç, Venedik gerçekten büyülü bir yer. Hatta mümkünse Şubat'ta karnaval zamanı gidip bu etkiyi pekiştirmek gereken bir yer. Dünyada tarihin bir dönemine ilişkin bu kadar yakından tanıklık edebileceğiniz bir yer daha var mıdır bilmiyorum. İtalya'ya gidip de uğramamak olmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Emmy 2017