Bu kez de bize çalsın Hayat Şarkısı

Tekrar dizi olaylarına bir el atalım. İlerleyen günlerde The Walking Dead ve Westworld incelemeleri gelecek. Ama şimdi Gezgin Baykuş'un pek dalmadığı semalara dalalım, Türk dizi dünyasına el atalım.
 
Konuğumuz 31. bölümünü tamamlamış Hayat Şarkısı, Kore dizisi Flames of Desire'dan uyarlanmış. Senaryosunu Mahinur Ergun'un yazdığı diziyi Cem Karcı yönetiyor. Başrollerde Burcu Biricik (Hülya), Birkan Sokullu (Kerim), Ahmet Mümtaz Taylan (Bayram), Olgun Toker (Mahir) ve Tayanç Ayaydın (Hüseyin) yer alıyor.
 
 
Kısaca konuya değinelim. Mudanya'da bir köyde çocukluk arkadaşı olan Bayram ve Salih, Bayram'ın maden işine girip zenginleşmesi ile ayrı yollara sapmışlardır. Aralarında geçmişte yaşanan bir mevzudan dolayı küslük yaşayan ikili, çocuklarının vakti gelince evlenmeleri yönünde anlaşırlar. Salih'in iki kızı vardır, Melek ve Hülya. Bayram'ın ise iki oğlu vardır, Hüseyin ve Kerim. Melek ve Kerim'in evlenmesi için anlaşmışlardır. Ne var ki bacak kadar boyuyla (niyeyse) Hülya Kerim'le evlenmek istediğine karar verir ve gel zaman git zaman evlilik vakti gelince allem eder kallem eder, gelin olmayı başarır. Zorunlu evliliğin zoraki damadı Kerim ile gönüllü gelini Hülya arasındaki ilişki üzerine kurulur dizi.
 
Dizi hakkında düşüncelerime geçmeden biraz daha konusunu günümüze çekelim isterim. İzlemeyenler varsa, aman anlatma diyen varsa, gerisi sizi bozar. Sizi İzmir Marşı'yla uğurlayayım.
 
Yukarıda belirttiğim gibi Hülya ile Kerim evlenir. Kerim bu sırada Berlin'de bir üniversitede çevre üzerine (ne ettiğini bilemiyorum, çevresel mevresel demenin üsturuplu yolu) çalışmaktadır. Nasıl becerdiyse koskoca Berlin'de en tipsiz Türk kızını (Filiz) bulup, sevgili de yapmıştır. Tam Filiz kızımız hamile olduğunu açıklayacakken Hülya Berlin'e gelir ve kızı kışkışlar. Sonra Kerim kızar. Ben Afrika'ya gidiyorum der gider. Her bölümde daha fazla anlayacağımız üzere Hülya'nın çakallığın kitabını yazdığını görürüz. Hülya hemen bebişi aldırma, ben sana para vereyim der. Hooopp fast forward 9 ay sonra Hülya kucağında bebeği Kerim'i karşılar. Kerim ne bebeği ne Hülya'yı ister. Sen dur diyen Hülya Berlin'de partner-in-crime olarak bellediği Mahir (Filiz'in eskisi) ile iş çevirip Kerim'i üniversiteden attırır. Hoopp bütün aile İstanbul'da buluşur. Sapsarı Hülya'nın böcük gibi kara oğlu Mehmet, ailenin ikinci torunudur. Hüseyin'in çirkef mi çirkef karısı Zeynep'le bir kızları vardır, Ceren.
 
Her taraf isim her taraf entrika olmuşken gelelim dizinin ikinci hikayesini götüren Melek'e, Hülya'nın ablasına. Melek'in bir bebeği olduğunu öğreniriz. Sonra bu bebeğin (Bahar) aslında Hülya'nın olduğunu anlarız. Ancak Hülya'nın bundan haberi yoktur. Melek en yakın arkadaşı Nilay'ın yardımı ile bakmaktadır. Gel zaman git zaman Hüseyin Melek'e aşık olur. Zaten Zeynep'le zorla evlendirilmiştir.
 
 
Hülya da boş durmamış, Kerim'in kalbini kazanmıştır. Ama entrikaların sonu gelmemektedir. Ablasının durumu ile Zeynep'i de karşısına almış, Bahar'ın babası olan Cem'in de hayatlarına müdahil olması ile işler iyi karışmıştır.
 
Diziyi izlemeyip bunları okuyan zaten şu an Apranax almaya gitmiştir.
 
Öncelikle dizinin orjinalini izlemedim. Niyeyse Kore dizileri beni hiç çekmiyor. Bu kadar sevildiğine göre vardır bir özelliği ama benim için ı ıh. Lost'ta bile en kıl olduklarım Jin ve Sun'ın anlamsız sahneleriydi. Bundan dolayı eleştirimin odak noktası senarist olacaktır, ne kadarı onun payı bilinmez.
 
Hikaye çok değişik başlamasa da, hatta ilerlemesi de zekayı zorlamasa da gerek diyaloglar gerekse oyuncuların rahat ve gerçek ötesi oyunculukları ile dizi insanı zorlamadan kendini izlettiriyor. Türk dizilerinin en büyük handikapı olan uzunluğu -bitmiyor!, aç film izle yerine- Hayat Şarkısı'nda insanı yormuyor, en azından çoğunlukla. Ha reklam aralarında başka dizi izlemişliğim vardır, o da ayrı. Ama genel olarak senaryo ve oyunculuklar temiz, ortalamanın üstünde. Ayrıca baş kahramanımızın, Hülya'nın kötü olması (değil lan diyen var mı gerçekten) da ayrı bir güzellik. Hani hayat onu buralara itti, fakir çocukluk, yetişkinlikte erkeklere karşı oluşan güven sorunu gibi altyapı işlense de kadın fesat, aksine inanmam. Çok bahaneye girmeden kafası böyle bunun denmesi daha iyi. Ama şu Türkiye'de dizilere yüklenen doğruyu, ahlakı ve bilimum gerçek hayatta göremediğimiz değerleri işleme yükümlülüğü yüzünden gerçek anlamda kötü insan göremiyoruz. E öyle olunca hikayeler tırt oluyor. Neyse...
 
 
Gelelim negatif yönlere. Birincisi hikaye kadın kahraman (Hülya) üstünden ilerlese de kadın düşmanı bir yapısı var. Öncelikle Hülya evlilik ile kafayı bozmuş bir kızcağız. Ulan 5 yaşında aşık oldun, orada mı takılı kaldın. (Şu çocukluk mevzusu zaten çok uzadı ve aralara girdikçe hikayenin inandırıcılığını düşürüp hikaye akışını bozuyor.) Kafası cin gibi çalışan bir kızı sadece koca, çocuk, aile gibi dar kalıplarda tutmaları sıkıntılı. Diğer 35 dizide olduğu gibi buna da bir giyim firmasında dizaynır işi verselermiş. Neyse..  Bir diğer kadın kimliğini yıpratan mesele Bade. Bayram'ın gayri meşru çocuğu hoop eve yerleşiyor, iki küslük dudak bükme kabulleniliyor. Hatta biraz daha uzatsalar anası bile eve yerleşecek. Ülkenin yapısına ters değil demek geliyor insanın içinden. Dizide yalan söylemek korkunç bir hata olarak işleniyor da karını aldat, çocuk yap, ona baktır sıkıntı yok. Çünkü karısı etken bir karakter değil, edilgen. Ona düşen kabullenmek. Zaten uzatmaya gerek yok, dizideki bütün kadınlar erkek meraklısı, erkeklere yapışkan, kendi başlarına aciz çiziliyor. Filiz mesela. Bu kız neden Kerem'e bu kadar takık? Kerem bunu pek sallamıyor bile. Zaten aralarındaki ilişki bence mantıklı yansıtılmamış diziye. Hülya zaten Kerim diye inliyor. Melek pasif-agresif. Zeynep'in derdi gücü koca. Nilay Mahir diye sızlanıyor. Yüzeysel izleyince belirgin bir sıkıntı yok ama bence temelde sıkıntı var.
 
Şu geniş aile olgusu da sinir bozucu. Aynı evde yaşamalar, aşiret gibi altında on küsür tipi bozuk adam çalıştırma, bitmeyen yalı, konak durumları, çalışıp para kazanmaya çalışan bir Allah'ın kulu olmadan zengin yaşayan insanlar... Tamam dizi sponsorunuz pahalı markalar olacak, sürekli arabalar telefonlar değişecek, harca harca - al al fikri pompalanacak da bunu daha bir alt metinden verseniz. Keşke arada açıp ecnebi dizi falan izleseniz. Adam dizide iki litre kola içiyor bölüm boyunca, sen aha kola reklamı demiyorsun, adam senin bilinçaltına/dışına çalışıyor.
 
 
Sen baya gıcıksın bu diziye dediyseniz, yok valla seviyorum :) Dediğim gibi oyunculuklar, diyaloglar, Mithat Can Özer'in büyülü parmaklarını değdirdiği müzikler insanı alıp götürüyor. Jenerik şarkısını Burcu Biricik'in seslendirmesi de çok hoş olmuş. Bir de bu kadar yazdım, değinmemişim bile. Mahir karakteri bence bu dizinin en güzel yanlarından biri. Bir insan ancak bu kadar rolünün içine girebilir. Bravo dışında birşey diyemiyorum. Ya asıl meseleyi unutmuşum. Birkan Sokullu maşallah sadece durup gülse yeter, dizi izlenmeye devam eder. Denecek çok şey var da demeyeyim.
 
Sonuç izleyin bence. Zaten her yanımız alt metin-üst metin olmuş. Çok da takılmamak lazım.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Emmy 2017