Ne Okumalı: Karanlık Sular
Gone Girl (Kayıp Kız) ile başlayan "Kız"lı polisiye roman ve filmlerin piyasayı coşturduğu günlerin ilk dönemlerinde denk geldim Trendeki Kız'a (The Girl on The Train). Bir solukta okudum desem yalan olmaz. Yazar Paula Hawkins'in kurgusu, Gillian Flynn'in Kayıp Kız'da kurguladığı gibi başarılıydı. Aynı mertebeye koyamasam da. Kitabı çok beğenmiş, daha sonra filmi izleme gafletinde bulunmuştum. Son dönemde bir film izlerken bu kadar bunaldığımız hatırlamıyorum. Sinemada izlememiş olsam, kapatırdım. Çok sıkıcı. Kitapta ana karakter Rachel ile empati kurmak zor olsa da, sempati besleyebiliyordunuz. Bu da yaşadığı her çöküntü de sizi daha çok okumaya, bir nevi ona yardımcı olma isteğine dönüşüyordu. Film ise... Diyecek sözüm yok.
Yazın başında Hawkins'in yeni romanı Karanlık Sular'ı (Into The Water) görünce çok sevindim. Grangé'ın Kongo'ya Ağıt'ına henüz kavuşmamışken aranan boşluğu dolduracak türden bir roman olacak dedim kendi kendime.
İlk kitapta da karakterler üzerinden ayrı bir hikaye anlatımı denemişti Hawkins. Liane Moriarty'nün başarıyla kotardığı bu çok karakterli anlatım türünde Hawkins'in pek başarılı olduğunu düşünmüyorum. Trendeki Kız'da ana karakterin alkol sorununun olması, kısa süreli hafıza kayıpları yaşaması, üzerinden anlattığı karakterlerden birinin cinayete kurban gitmesinden dolayı seçtiği anlatım türü yerindeydi. Aynı olayı farklı karakterlerin bakış açısı ile okuduk. (Belki filmde eksik olan bu bakış açısıydı). Romanın tek sıkıntısı dar karakter seçimiydi. Türk dizilerinden alışıık olduğumuz 8 kişi üzerinden dönen hikaye kurgusu, Trendeki Kız'da yaklaşık 6-7 karakter üzerinden dönüyordu. Yine de kitabın başarısına engel bir durum olmadığını söylemem lazım. Ne var ki ikinci romanda da aynı şekilde çok karakter üzerinden anlatım yöntemini tercih etmiş ve bu sefer tutturamamış. Öncelikle ilk kitabın aksine, kurgusu bu anlatım tarzıyla çok uyuşmamış. Bu kitapta karakter sayısını çoğaltmış olması anlatım tarzını bozmuş. Kitaba adapte olana kadar bir dolu insanın farklı hikayesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Kim kimdir öğrenip, adapte olmanız vakit alıyor. Karanlık Suların konusu itibariyle de yeterince sürükleyici bir akışı olmadığını, sonunun öngörülebilir olduğunu söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar kitapta ilgi çekici karakterler olsa da yan karakter olarak sınırlı yer almışlar. Aslında bir bakıma karakter çoğaltmanın sonucu olarak da ana karakter olarak görebileceğimiz 2-3 kişi de kitap boyunca bir yan bir ana karakter durumuna düşmekten kurtulamamış.
Kitabın konusuna girmek istemiyorum ki okumak isteyenlere spoiler olmasın. Kapak yazısını şuraya iliştireyim: "Ölümünden birkaç gün önce Nel yardım istemek üzere kız kardeşine telefon eder. Ancak kardeşi Jules yanıt vermez ve yardım çağrısını geri çevirir. Birkaç gün sonra Nel’in ölüm haberi gelir. Jules ise kaçtığı ve gelmemeye yemin ettiği kasabaya, geride kalan yeğenine bakmak için dönmek zorunda kalır. Ancak Jules dehşet içerisindedir. Çok korkmuştur. Anımsamak istemediği hatıraları su yüzüne çıkarken, Nel’in intihar etmeyeceğine de giderek ikna olur. Bunların ötesinde Jules sudan korkmaktadır, özellikle de Ölüm Göleti dönen o korku verici yerden..."
Kitap tasarımını çok başarılı buldum. Şu an kitap elimde olmadığı için gerekli isimlere teşekkür edemeyeceğim. Çeviri olarak da gayet güzel bir çeviri olmuş. Aslıhan Kuzucan'ın eline sağlık.
Sonuç derseniz? Eğer polisye seviyorsanız ya da kadın kahramanların ağırlıklı olduğu romanları okumaktan hoşlanıyorsanız, şans tanıyabileceğiniz bir kitap.
Yorumlar
Yorum Gönder