Zombi Geliyorum Demez, Gelir
Zombilerle ilk tanışmam nasıl oldu diye düşünüyorum, ama aklıma ilk gelen Cranberries'in Zombie şarkısı oluyor. In your headddd, it's in your headdddd... Şu ana döndüğümde ise aklıma birçok referans noktası geliyor, Romano'nun zombileri, 28 Gün/Hafta Sonra, Resident Evil serisi, I Am Legend vs. Sonra birçok dizide de karşımıza çıktılar; Buffy the Vampire Slayer, Walking Dead... Şimdi aklıma başka dizi, film gelmemekle birlikte eminim daha pek çoook yerde bu et yiyiciler...
Sene 2002... Bilgisayar oyunları, henüz çıkmamış PS3'ün yerine hala revaçta. O dönemde çıkan korku unsurları ağırlıklı oyunlar rafları dolduruyor: Diablo, Silent Hill ve tabi ki Resident Evil. Fragmanı izleyip izlemediğmi hatırlamıyorum, ancak Lord of the Rings, Harry Potter gibi uyarlamaların ekranları süslediği yıllarda şans verilmesi gereken bir film niyetine gidiyorum. Kızılırmak Sinemasının alt salonlarından birinde yerimi alıyorum ve film dönmeye başlıyor...
Film tipik Amerikan şirketlerinden birinin koridorunda iki çalışanın konuşması ile sakin bir tempoda başlıyor. Birden kim olduğunu bilmediğmiz birinin içinde bulunduğu şişeden "belli ki çok önemli" olduğunu anladığımız bir sıvının havada dönüp yerle yeksan olması üzerine "tipik" Amerikan şirketinde yaşanan kaosla karşı karşıya kalıyoruz. İzlediğimiz asansör sahnesi ile "ne, hıı, nasıl?" diye sorular sorarken karşımıza güzeller güzeli Milla Jojovich (Alice) çıkıyor ve o da en az bizim kadar şaşkın "noluyor, nerdeyim ben?" diyor. Sonrasını kısaca özetlersek Umbrella adında kötücül bir şirketin ürettiği virüsün şirket binası içinde yayılması üzerine binanın akıllı sisteminin otoriteyi ele geçirmesi (emin misiniz akıllı evlerde oturmak istediğinizden?) ve şirket yönetiminin durumu düzeltmek üzere adam yollaması ile yaşanan heyecanlı dakikalar. Özellikle bazı sahneler inanılmaz derecede akılcı, bazıları ürkütücü ama kesinlikle merak unsuru barındıran nitelikte. İzlenmeli mi? Kesinlikle.
İzledik, vay be iyiydi, sonu da pek manidar bitti dedik, salondan çıktık. Aradan aylar geçti ve ne görelim "Resident Evil: Apocalypse". Yuppi dedik ve tabi ki gidip izledik. İlk filmin bittiği yerden başlayan film ilk filmin klostrofobik yer altı ortamından çıkıyor ve bizi kasabada yaşanan felaketle başbaşa bırakıyor. Artık iyice alıştığımız Alice, kasabanın bir köşesinden diğerine koşturuyor. Filmin sonu yine "haydaaa" dedirtiyor ve kafalarda kesin devamı gelecek dedirterek sinemadan uzaklaşıyoruz.
Takvimler 2011'in sonunu gösterirken yeni bir RE bekelmekteyiz. 2012 Eylül'ünde "RE: Retribution" sinemalara konuk olacak. Konusu nedir, bilemiyorum, etrafa çok bişey sızmamış. İlk filmlerde zombileşen ya da ölen karakterlerin adlarının da oyuncu listesinde geçtiğini ve filmin adını göz önüne aldığımızda eski filmlere atıfta bulunan, çakma olma ihtimali yüksek bir filmle karşı karşıyayız. Hayırlısı, yine de izleyeceğiz ;)
Bütün RE'lerin yönetmeni Paul W. S. Anderson ki kendisi aynı zamanda Milla'nın kocası. Alice karakterinin sürekliliğini buna mı bağlamalıyız bilmiyorum ama ben şikayetçi değilim.
Kısır bir konu gibi gözükmekle beraber yine de her seferinde beni ekrana kilitlemeyi başarıyor bu konu. Genel olarak yukarıda isimler geçen filmlerin hepsini beğenmiş olmakla beraber bugün sadece Resident Evil üzerinde durmak istiyorum.
Sene 2002... Bilgisayar oyunları, henüz çıkmamış PS3'ün yerine hala revaçta. O dönemde çıkan korku unsurları ağırlıklı oyunlar rafları dolduruyor: Diablo, Silent Hill ve tabi ki Resident Evil. Fragmanı izleyip izlemediğmi hatırlamıyorum, ancak Lord of the Rings, Harry Potter gibi uyarlamaların ekranları süslediği yıllarda şans verilmesi gereken bir film niyetine gidiyorum. Kızılırmak Sinemasının alt salonlarından birinde yerimi alıyorum ve film dönmeye başlıyor...
Film tipik Amerikan şirketlerinden birinin koridorunda iki çalışanın konuşması ile sakin bir tempoda başlıyor. Birden kim olduğunu bilmediğmiz birinin içinde bulunduğu şişeden "belli ki çok önemli" olduğunu anladığımız bir sıvının havada dönüp yerle yeksan olması üzerine "tipik" Amerikan şirketinde yaşanan kaosla karşı karşıya kalıyoruz. İzlediğimiz asansör sahnesi ile "ne, hıı, nasıl?" diye sorular sorarken karşımıza güzeller güzeli Milla Jojovich (Alice) çıkıyor ve o da en az bizim kadar şaşkın "noluyor, nerdeyim ben?" diyor. Sonrasını kısaca özetlersek Umbrella adında kötücül bir şirketin ürettiği virüsün şirket binası içinde yayılması üzerine binanın akıllı sisteminin otoriteyi ele geçirmesi (emin misiniz akıllı evlerde oturmak istediğinizden?) ve şirket yönetiminin durumu düzeltmek üzere adam yollaması ile yaşanan heyecanlı dakikalar. Özellikle bazı sahneler inanılmaz derecede akılcı, bazıları ürkütücü ama kesinlikle merak unsuru barındıran nitelikte. İzlenmeli mi? Kesinlikle.
İzledik, vay be iyiydi, sonu da pek manidar bitti dedik, salondan çıktık. Aradan aylar geçti ve ne görelim "Resident Evil: Apocalypse". Yuppi dedik ve tabi ki gidip izledik. İlk filmin bittiği yerden başlayan film ilk filmin klostrofobik yer altı ortamından çıkıyor ve bizi kasabada yaşanan felaketle başbaşa bırakıyor. Artık iyice alıştığımız Alice, kasabanın bir köşesinden diğerine koşturuyor. Filmin sonu yine "haydaaa" dedirtiyor ve kafalarda kesin devamı gelecek dedirterek sinemadan uzaklaşıyoruz.
Tabi ki yanılmadık! Virüs ve zombiler artık ABD'nin dört köşesine yayılmış durumda ve "Resident Evil : Extinction" ile Las Vegas'a doğru uzanıyoruz. Her filmde başarılı zombi karakterleri ve yeni çirkin vilanlar karşımıza çıkıyor. İlk filmde zombi köpekler vardı, ikinci filmde Nemesis'ten korktuk, üçüncü filmde Alice'in kendisi iyi saatte olsunlara karışmış halde karşımızdaydı. Bu sefer hedef virüsün bulaşmadığı Alaska'ya gitmekti. Filmin sonunda hedef yakındı ama Alice kazandığı güçlerle Umbrella ile savaşmayı yeğledi ve film "hadi 4, hadi 4" diyerek bitti.
Japonya'nın Pearl Harbor'dan sonra ABD'nin kazığını bir daha yediğini gördüğümüz bir sahne ile başlıyor "Resident Evil: After Life". Artık dördüncü filmde konu bildiğimiz konu, karakterlerin bir kısmı bildiğimiz karakter. Ehh hadi 3 boyut yapalım renk katalım demişler ve karşımıza bu filmi sunmuşlar. Yalan yok, filmden aklımda pek birşey kalmadı. Sadece tipik Amerikan mantığı ile bigger, more sıfatları kullanılmış ve savaşılan zombilerin sayısı artmış, kaçmak için yaptıkları plan zorlarmış vs. Milla'nın ve serinin hatrına izledik mi, izledik. Öyle demeyin, bu bünye hatır uğruna neler izledi! Matrix'in 3. filminde sonuna kadar izledim mesela ki Türkiye'deki ara verme uygulamasının faydaya dönüşüp kaçmak için uygun bir an yakalamama rağmen. Hatır - Çiğ tavuk ikilisi işte!
Takvimler 2011'in sonunu gösterirken yeni bir RE bekelmekteyiz. 2012 Eylül'ünde "RE: Retribution" sinemalara konuk olacak. Konusu nedir, bilemiyorum, etrafa çok bişey sızmamış. İlk filmlerde zombileşen ya da ölen karakterlerin adlarının da oyuncu listesinde geçtiğini ve filmin adını göz önüne aldığımızda eski filmlere atıfta bulunan, çakma olma ihtimali yüksek bir filmle karşı karşıyayız. Hayırlısı, yine de izleyeceğiz ;)
Bütün RE'lerin yönetmeni Paul W. S. Anderson ki kendisi aynı zamanda Milla'nın kocası. Alice karakterinin sürekliliğini buna mı bağlamalıyız bilmiyorum ama ben şikayetçi değilim.
Yorumlar
Yorum Gönder