Ne İzlemeli: Top of the Lake
2013 yılının The Fall ve The Killing ile depresif dizi kategorisinda yarışın bir diğer dizi Top of he Lake idi. The Handmaid's Tale ile 2017 En iyi kadın oyuncu kategorisinde Emmy alan Elizabeth Moss, Mad Men'den sonraki uzun süreli dizi oyunculuğuna Top of the Lake ile döndü. Her ne kadar ilk sezon 2013 yılında gösterilse de, 2. sezon ancak 2017 yılında izleyiciyle buluştu. Yukarıda saydığım üç dizi de depresif ve yağmurlu Belfast, Seattle ve Yeni Zelanda atmosferinde geçen polisiye hikayeler anlatıyor. Başrolünde bir kadın dedektif yer almakta. Ölesiye başarılı ve gerilimli bu üç dizinin yayın politikası da reyting kaygılarından abuk sabuk ilerledi. Killing iptal oldu olacak derken Netflix'te kendine yer buldu. The Fall da uzun süre ara verdikten zonra keza Netflix'te dirildi. Top of the Lake ise ümidimizi kestiğimiz bir anda ikinci sezonla döndü.Top of the Lake'in ilk sezonu Netflix'te gösterimde. The Fall da bir ara öyleydi. Ama şimdi yok. Zavallı ve bence en başarılısı The Killing ise sizin araştırma becerinize kalmış durumda.
Moss'un The Handmaid Tale'yle bir kaç sezon daha ekranda arz-ı endam edeceğini tahmin etmek zor değil. Ancak Top of the Lake muhtemelen bizlerle olan beraberliğini tamamlamış gibi görünüyor. Aradan 4 sene geçtiği için ilk sezon üzerine fazla birşey söylemem mümkün değil. The Killing'deki gibi önceki davalarından birine takıntılı şekilde hayatını sürdüren bir dedektif, Yeni Zelanda'nın ufak bir köyünde (yanlış hatırlamıyorsam karakterimiz Robin'in kendi memleketi) yaşayan bir tarikat/cemaatin içinde yaşanan olaylara çekilir ve devamı gelir.
Alıştığımız halinden uzak Holly Hunt'ı da unutmamalı!
Dizinin ikinci sezonunda yani The China Girl'de ise Robin, tekrar Avustralya'ya dönmüştür. Ana hikaye bir bavulun içinde kıyıya vuran Asyalı bir genç kızın cesedi ve cinayetinin çözümü üzerine işlerken, bir diğer hikaye ise Robin'in yıllar önce evlatlık verdiği kızıyla tekrar temasa geçmesi merkezinde şekillenmektedir. 6 bölümden oluşan mini dizi su gibi akıp gidiyor. Robin'in kızı ve bulunan ceset üzerinden yeniyetme adlandırdığımız ilk gençlik yıllarını yaşayan genç kızların yaşamlarına bir göz atıyoruz. "Allah muhafaza, çocuğumu sokağa salmam", "başlarım sizin modern ebeveynliğinize" nidaları eşliğinde izliyoruz diziyi. Sonunu güzel bağlıyorlar, yağlarımız eriyor.
"O kadar güzelim ki çirkinleşmekten korkmuyorum" imajlı karakteri ile dizide parlayan bir diğer isim Nicole Kidman. Yine "Big Little Lies"la 2017 Emmy kazananlarından olan Kidman, gıcık ama hassas anne rolünde o kadar başarılı ki dizi boyunca nefret etmekten geri kalamıyorsunuz.
Ayrıca Game of Thrones'un dev kadını Gwendoline Christie'nin de yine dizinin başarılı üçüncü ismi olduğunu söylemeden geçmeyelim. GoT'taki kendinden emin, her an dayak atmaya hazır Brienne of Tarth karakterinin çok dışında bir karakter olan Miranda ile tek rollük isimlerden olmadığını da kanıtlamış oluyor.
Elizabeth Moss, Mad Men'den itibaren dikkat çeken bir performans sergiliyor. Üç ayrı dizide de karakterine bürünüyor, duygularını net bir şekilde yansıtıyor. Mad Men'de son sezonlarda sözü geçen bir reklamcıya dönüşen Peggy'nin Don'la olan çekişmesi, kıskançlığı ve yerine göre sempatisini yüzünden okuyabiliyorduk. Aynı şekilde The Handmaid's Tale'de (daha sonra ayrıntılı bir yazı gelecek) yaşadığı çaresizlikle tekrar ümidini bulmaya çalışan Offred'i yine her halinden sezinleyebiliyoruz. Top of the Lake'de de yaşadığı travmaları atlatamamış ama etrafına yansıtmamaya çalışan bir dedektifi ve 16 yıl sonra tekrar bulduğu kızını hem ürkütmeden hem de tanımaya çalışarak yaklaşam bir anneyi o kadar başarılı hayata geçiriyor ki hikayesini anlatmak için yeri geliyor kelimelere ihtiyaç duymuyor.
Tipik Holivud aktrisi güzelliği olmayan Moss, eminim ilerleyen dönemde çokça bağımsız filmlerle karşımıza gelecektir. Alışageldiğimiz romantik komedilerde yer alan bir aktris olmayacağını tahmin ediyorum. Kendisini takip etmeye devam edeceğim.
Yorumlar
Yorum Gönder