to be or not to be

Sevgili Okur,

Neden çağımızın bu hastalıklı yapısına yenik düşüp şu an bu satırları okuyorsun. Kalk git daha iyi birşey yap, hadi bakalım!

Gelelim benim zevzeklemelerime... Yoğun geçen iki hafta, yorgun günler ve sonunda 2 saatlik bir uyku ile 15 saattir ayakta koşturma ile geçen son günün peşinden kendimi gayet sersemlemiş bir halde havalimanında buldum. Gölgede hoş esintili, hamakta uyuklamalık bir havadan, güneşte kavrulmalık bir havaya maruz kalmış, hangimiz takım elbise hangimiz ten sorusunu yaşatacak yapışmaların yaşandığı günün ardından bir kadeh de şarabın "hafif" çarpması ile beyin ölümü mü yoksa uyanık derin uyku mu bilemediğim bir duruma maruz kaldım.

Dışarıdan bakıldığında oldukça normal bir insan gibi görünen ben, gözleri açık tutma otomatına bağlamış şekilde başka bir dünyada yer aldım saatlerce. Abartısız. Söyleneni idrak edememe ile algılayabildiğim üzerine fikir geliştirememe durumu yaşadım. En sonunda arabada kendimi hayatı sorgularken buldum.

Arka planda çalan korkunç bir şarkının bitmesi ile kulaklarım rahatladı ve birden bir düşünce belirdi kafamda. Ölüm mü yaşam mı? Daha doğrusu hangisi beni daha çok rahatsız ediyor?

Ölüm, düşüncesi bile insanı rahatsız eden bir durum. Yaşamın son bulduğu andan sonrasına ilişkin çok fikir geliştirmiş insanoğlu. Mesela devamında bir şey olmadığı gibi. Ya da "what we do in life, echoes in eternity" gibi. Ayrıca ölme şekline ilişkin fobiler bile geliştirmişiz. Benim boğulma fobim vardır, ben en çok yanarak ölmekten korkarım vs. Bunun üzerine aklıma şöyle bir düşünce geldi. Ölüm anına ilişkin, daha doğrusu ölümün rahat olup olmadığına ilişkin geliştirdiğimiz düşüncelerin ne kadar kısır olduğu. Neymiş efendim, uykuda ölüm en güzeli imiş, sessiz sakin. Nerden biliyorsun? Ya da idam mahkumlarını elektrik şoku ile değil de ilaçla öldürmek daha insancıl bir uygulamaymış. Palavra! Adam öldükten sonra sana not mu yolluyor ya da anket doldurup 10 üzerinden not mu veriyor? Giyotinle ölen adamın çok acı çekmediği ne malum. Belki kafası koptuktan sonra tam 10 saat bilinci yerinde kalıyor ve her saniyesi o acıyı hissediyor.Kertenkeleler gibi bir nevi. Tamam, şimdi bilimsel açıklamalar yapıp bana bunun imkansızlığından dem vurabilirsiniz. Lakin hayat daha doğrusu yaşam dediğimiz şey algılamadır. Ne algıladığınla alakalıdır, fizik kurallarının ötesinde. Yani ölüm arıyorsak, iyisi kötüsü olmayabilir. Belki sadece geride kalana göre bir değerlendirme yapma mümkün.

Gelelim ölene... Bitti, it's over. Kötü mü iyi mi bilmiyorum. İnanç bile bir yere kadar avutuyor insanı. Neticede en temel fonksiyonumuz survival. İlk insanlar ağaçtan düşmekten korkarken dertleri üstlerinin çamur olacağı değildi sonuçta. (Demeden geçemeyeceğim, hala rüyalarımızda düşme hissi ile korkuya kapılıp uyanmamızın nedeni o adamlarsa, alacakları olsun). Ölüm bilinmez olduğu için çok korkutuyor. Ama ölüme ilişkin yaşadığım bir tecrübemde hissettiğim şey o an korku değil, rahatlama idi. Bir sınav bitince, bir ders dönemi bitince, yetiştirmek için paralandığımız iş bitince hissetiğimiz gibi bir rahatlama. Artık sürekli birşeyler için devinip durmaya gerek yok. Ohh beee... Tünelin sonundaki ışık ya da film şeridine kadar uzanmadı Allahtan tecrübem. Ondan dolayı to be continued...

Son olarak  bu sayıklama niteliğindeki düşünceler zincirimde karşıma çıkan son halka, ölümün en korkutucu yanının aslında sona yani ölüme ilişkin olmaması. Burada yazar anlatmak ister ki, ölüm düşüncesi kötü gelebilir, bkz: devamı gelmeme durumu. Ancak  devamının gelmesi, hem de hiç bitmemesi daha kötü bir durum. Sonsuz yaşam düşüncesi beni ölümden çok daha fazla korkutuyor.

Sanırım bilinç bir noktada havaya karışan toz gibi yok olmalı ve var olmamanın dayanılmaz hafifliğine kavuşmalıyız. Pufff.....

Ya bu arada Harry Potter da bitti :( İzleyemedim henüz ama, sonlar da insanda burukluk yaratıyor işte.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Gezi Notları: Bangladeş