Pipomun Dumanına Sarsam, Saklasam Seni!!!

2009 yılında Guy Ritchie imzalı Sherlock Holmes vizyona girdiğinde, hem de başrollerinde Robert Downey Jr., Jude Law ve Rachel McAdams olduğunu gördüğümüzde koştura koştura gittik sinemaya. Küçüklükten beri okuduğumuz ya da filmleri karşımıza çıkan Sherlock Holmes karakterini zaten severken, bir de Robert Downey Jr. tarafından hayata geçirilmesi bulunmaz nimet gibiydi. Holmes'un öngörülülüğünü gösterircesine hareketi yapmadan bilmem kaç hamle öteyi görmesini izlediğimiz sahneler "vay anasını" dedirtti. Jude Law'un Watson karakteri doğal olarak hikayedekinden daha çok sevildi, adam yakışıklı neticede! Kısacası bize Oscar'lık bir şölen sundu gibi atmasyon iddialarda bulunmadan eğlendirme konusunda başarılı bir film izledik.



Lakin takvimler 2011'i gösterirken o da nesi! Dınınınnnn... Önce fragmanını izledik Sherlock Holmes: A Game of Shadows'un. Aynı ekip, farklı konu, mekan. Olabilir yauuu derken gittik yine sinemaya. Baktık ekipte Jarred Harris de var. Hem de kötü adam. Olur bu iş derken başladı film. Daha ne oluyor ne oldu derken Rachel ölmez mi? Ulenn dedim filmin ilerleyen karelerinde canlandığını görürüz, bişicikler olmaz ona. Film akmaya başladı. Karşımıza ilk filmde bize ilginç gelen ama artık bu filmde yeter hüleyn dedirten "öngörü" sahneleri arka arkaya dayanmaya başladı. Holmes başka numaran yok mu derken Stieg Larsson'un çirkin başrol kızı (ki çirkinliği ile sevdim ben onu) Noomi Rapace, kendine bir kaç beden küçük gelen güzel kız tarzı yan bir rolle karşımıza çıktı. Ne yapacaksın sen çingeneliği, Holivud filmini? PArası için giriyorsun bu yollara da bak Franka Potente'ye ne oldu, silindi gitti kızcağız. Ha bir de hiç sevmediğim şey, ilk filmde yer almazken aaa siz bilmiyorsunuz tarzı devam filmlerinde eklenen karakterlerdir. Holmes'un abisini canlandıran Stephen Fry için işte aynen öyle hissettim. Konu yaratmak için güya ilgi çekici ve komik bir karakter koymaya çalışmışlar ama ı ıhh beğenmedim.





Senaryoya gelirsek, Ritchie büyük düşüncelerle yola çıkmış. Havlayan köpeğin sırrını çözmekten, Ethan Huntlığa soyunan bir Holmes bulduk karşımızda. Sen Ritchie'sin, büyük düşün demiş belli ki birileri. Olay da iyice sıkıcı, bir yere varamayan, bizi şaşırtmayan, ilgi çekici bir yönü olmayan bir yöne sapıp gitmiş. Senaristler büyük umutlarla yola çıkmamalı. Lost bile 6 senede vaad ettiği büyük açılımları yapamamışken, sen 2-3 saatte ne gizemi yaratacaksın da çözeceksin? Bırak İngiliz karakterin İngiliz kalsın, ona yeni misyonlar yükleyip özünden uzaklaştırma. Özünü bozarak yeni bir karakter çıkarmaya çalışacaksan, doğrudan yeni bir karakter oluştur, olanı bozmak niye? Ya da Hakan Akkaya tarzı ile sorarım sana Ritchie: "Ne mana, yani o karakter ne mana?"




Spoiler olabilir, diyim. Rachel McAdams film bitti dönmedi. Ben hala bu filmin zottirik bir devamı daha çekilir ve o filmde döner diye düşünüyorum ya, iyimser miyim neyim? Aksi takdirde öyle bir karaktere boş bir ölüm yaşattılar, ne diyim sana Guy?

Efenim, gitmediyseniz, illa sinemada film izlicem demiyorsanız, bekleyin o size gelsin, siz gitmeyin. Abla tavsiyesi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Masalların gerçek sonları...