Tatil Mevzusu feat. baby


Bugün size önemli ve değişik bir mevzudan bahsetmek istiyorum. İlgi alanınıza giriyorsa hemen kulak kesileceğinize (göz atacağınıza belki?) eminim. Mevzumuz bebekle/çocukla tatile gitmek! Evet, şu an aşağıdaki tablodaki adama döndünüz dimi? Yaa, dönersiniz tabii. Kolay mı bebeyle tatile gitmek? Hatta gittin diyelim, buna tatil diyebilecek misin? Sakin ol, derin nefes al. Anlatıyorum. Hadi bakalım...

                                                                              Edvard Munch, Çığlık

Bu yazıda sadece deniz kenarı içeren Türk tipi tatil üzerinde duracağım. İlerleyen dönemde ise değişik formlarda hem de toddler tabir edilen bir bastı bacak ve toddler to be diyebileceğimiz ikinci bir bombik içeren yani iki sıpalı gezme-tozma yazıları gelecek. İsterseniz. İstemezseniz ve ben yazmış olursam yapacak birşey yok.

Tek bebeli Fethiye tatilimizden yola çıkarak size biraz deneyim aktarmak istiyorum. (İlignizi çekmiyorsa başka yazıya geçiniz. Bakın orada The Walking Dead var. Siz ne yapıyorsunuz burada ama?) Kalacak yer olarak, çocuk dostu (para düşmanı?) bir otel seçtik: Letoonia Club Hotel. Bir kaç plajı (öyle ahım şahım şeyler değil, ufak tefek sıradan plajlar, köpük banyosu, dj yok), çocuk havuzu dahil farklı havuz seçenekleri, açık büfenin olduğu 3 restoran ve a la carte menülerin olduğu bir kaç restoran daha (hatırlayamadım) mevcut. Bunun dışında orta boy çocuklar (7-12 yaş) için değişik aktivite ve oyun alanları da mevcut. Yetişkinler için de çeşitli aktiviteler olmakla beraber gelen insanların profilinden (8 çocuklu Arap aileleri, 5 çocuklu İngilizler, 3 çocuklu Alamancılar) çocuk konseptinin merkeze konduğunu söyleyebilirim. Profil bu deyip gözünüzü korkutmayayım. Hem otelin kalitesi hem de gelen müşterilerin hali-tavrı gayet yerinde.
 
Tatilde ne yaptık, nasıl geçirdik, asıl o kısımlara gelelim. Biz tatile gittiğimizde bebe baykuş 15 aylıktı. Yeni yeni yürüyor, eksik bir kaç eksik dişine rağmen işini götürüyordu. Öncelikle elimizin altında herşeyin olduğu bir otel seçmemiz çok faydalı oldu. Bir restoran kapalı olsa, öbürü açıktı. Her saat gözleme, kurabiye, dondurma vs bilimum yiyecek çeşitleri çıkıyordu. Neden yiyeceğe bu kadar yüklendin derseniz. Ufak bebenin ne zaman ne kadar ne yiyeceği belli olmuyor. Bir an keyfi yerindeyken, 10 dakika sonra bozulabiliyor. Bu yaşlar diş çıkarma, hastalanma, huysuzlanma vs. durumlarının çok rastlandığı, bebenin derdini anlatamamasından ötürü de anne-babanın mala bağladığı dönemler. Velhasıl kelam biz yanımızda mama/ hazır gıda taşımadan, çok sağlıklı beslenecek derdine düşmeden ama meyvesini-yoğurdunu aksatmadan beslenme işini halledebildik. Bizim bebe baykuş tutmayı becerdiğinden beri karnını hemen hemen doyurabilme kapasitesine eriştiği için ne biz ne o zorlandı.
 

 
Uyku düzenini bozmamakta fayda var. Öğlen her zamanki vakitte uykusunu uyudu. Her daim açık restoranlar bu noktada da işe yaradı. Güneşe çıkılabilecek saatler de sabah erken ve öğleden sonra olduğu için uyku düzeni de bizi o bakımdan etkilemedi.
 
Güneş kremini ihmal etmediğim gibi, uv ışınlarına karşı korumalı tişörtlerden giydirdim. İkinci gün "zaten yoğurt gibi krem oldu bebe" diyip normal tişörtlerle devam ettim. Sor bir niye. Niye? Çünkü denize girdi, çıktı, hemen kurulamak ve kuru birşeyler giydirmek lazım. Ee sonra yine girmek isteyecek. UV tişörtleri kaldı mı ıslak. Keep calm and carry on. 
 
Kız çocuum var diyip cicili bicili mayo, bikini aldınız ya. Tüh almayaydınız keşke. İşe yaramıyor. Altına zaten havuz/deniz için olan bezleri bağlıyorsunuz. Lokum gibi bebeyi öyle bırakmayıp, üstüne tişört geçiriyorsunuz. Mayoyu da ancak oyuncak ayı giyer. Ancak slip stop adıyla satılan kaydırmaz çorap(?)/ ayakkabılar güzel oluyor. Şiddetle tavsiye ederim. Bir de su kabı/matarası muhakkak olsun. Hatta yedekli çalışın.
 
 
Denizden çıktık, hoop duş aldık, giyindik. Zaten akşam yemeği saati de geldi. Gittik bir güzel yedik. (Yazarın notu: Restoranlar klimalı olduğu için ince bir hırka/yelek almakta fayda var.) Sonra ne yapalım derseniz? Yürüyün, oturup bir iki bişey için. Belki şehir merkezine inersiniz. Ama vakit kısıtlı. Tik tak, tik tak. Bebenin uyku düzenini bozmayın. Aksi halde sabahın 5-6'sında bir çift göz size bakar. Siz uykunuzu almamış ve huysuz olursunuz. Nitekim o da uykusuz ve huysuz olur. Bir de bebe ya. Hep haklı (müşteri misali). O yüzden gözü karartıp bebe ile gittiyseniz tatile, akşam bar-disco-halay muhabbetlerini bırakın. Ya da bakıcı tutun. Size kalmış.
 
Kıyafet konusunda da, kendinize pamuklu, rahat ve az sayıda kıyafet alırken, bebeye bol sayıda, pamuklu, kısa ve uzun kollu, rahat kıyafetler tercih edin. Tatilde kaldığınız yer sizin eviniz değil, mekan kısıtlı. Oraya da gösterişe değil dinlenmeye gidiyorsunuz. Ne kendinizi zorlayın ne bebeyi. Süsü kafaya takmayın. Muhtemelen 3-4 gün aynı şortu ve terliği giyeceksiniz. Zaten bebenin osu busu püsürü bir dolu eşya götüreceksiniz, diğer şeyleri de kendinize yük etmeyin. Şapka konusunda yedekli çalışmakta fayda var, ıslanabiliyor.
 
 
Bunun dışında bebeye kova, kürek vb yapı malzemleri götürün. Önce suyun kenarında oynaya oynaya, denize alışa alışa girmesine izin verin. Birden sokunca şok etkisi yaratıyor (maalesef denedik). Seçeceğiniz simit/kolluğun da çocuğun suya batmasına izin verecek şekilde olmasında fayda var. Bizimki su üstünde kalınca simiti kenara koyduk, kucakta denizde oynadık ki aslında en güzeli de o bir bakıma. Yeri gelmişken demeden geçmeyeyim. Fethiye'nin denizi dalgasız, birden derinleşmeyen, taş-kum bir yapıya sahipti. Bu sayede ufaklığı deniz içinde kucakta tutmak rahat oldu. Dalga olmadığı için de su yuttu, denge yitirdi derdi olmadı.
 
Deniz oyuncakları dışında pek bir oyuncağa ihtiyaç olmuyor. Ufaklık zaten merak içinde etrafı keşfetmeye çalışıyor. Zaten sürekli de bir devinim var. Odadan plaja-plajdan odaya, ordan resorana, ordan odaya...
 
Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. İlave edeceklerim olursa eklerim ya da belki yeni bir yazı gelir. Ama herhalükarda ilerleyen dönemde farklı gezi/tozu yazıları gelecek.
 
Son olarak aşağıdaki güzel resim ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Çocuk ve gezme deyince genelde benim de gözümde böyle yaşlar oluşuyor. Bir de ne hikmetse bir dönem herkesin evinde vardı bu tablo. Bizde de vardı. Kim aldı, nasıl geldi, devlet mi dağıttı? Bilen varsa aşağıda açıklasın lütfen.
 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Gezi Notları: Bangladeş