Hepimiz Oblomov'uz...

Sizin de saplantılı düşünceleriniz var mıdır? Hani birşeyin gerçekleşeceğine/ gerçek olduğuna kendinizi o derece inandırırsınız ki olmazsa şaşırırsınız, belki hayal kırıklığına uğrarsınız. Bahsettiğim uzaylıların gerçek olup olmadığına inanmak ya da falda çıkan bir olayı beklemek değil, kendi kendinize yarattığınız bir düşünce.

Mesela ben lisedeyken benim saplantılı düşüncem 2000 yılında kıyametin kopacağıydı. Tabii o sene ÖSS'ye (şimdi adı ne bu sınavın, takip edemiyorum?) gireceğimin bilinçdışı bir düzeyde beni etkilemiş olabileceğini de düşünmekle beraber niyeyse illa kıyamet kopacaksa 2000 yılının buna çok uygun olduğu yönündeydi. Elbette etrafta dolanan bir sürü komplo teorileri de buna katkı yapmış olabilir. Ama ne yalan söyleyeyim 2000 yılı başladığı gibi itince yani hayatın normal bir parçası gibi takvimden silinince şaşırmadım diyemem. Ha memnun muyum, elbette. Ama dedim ya saplantılı düşünce işte.

Hatırlayan ya da gören var mıdır aranızda bilmem ama ben ortaokuldayken (belki lise) Fenomen diye bir dergi vardı. Ne zaman 3. dünya savaşı çıkacak, 51. bölgede yaşananlar gerçek mi, inler cinler bizimle mi, ya ruhlar gibi elzem meselelere el atmış bir dergiydi. Bayılırdım, hala bir kaç sayısını saklarım. Hiç bilimsel olmayan, fos bir dergi ama ilgi çekiciydi. O dönem Saadettin Teksoy'un da mirası diyebileciğimiz bir doğaüstü olaylara merak artmıştı. Uzaylılara taş atan köylülerimizi hatırlayan var mı?

İlerleyen dönemlerde filmler, diziler daha da artan oranda ecik bücük (vampir, kurt adam, hayalet) olaylarına el atar oldu. Bugün ise kitaplar, filmler, diziler yoğun bir doğaüstü varlık istilası altında. O derece ki bir filmde/dizide duruma bilimsel açıklama gelse inandırıcı bulmuyoruz. Vampirlerle yaşanan aşklar çok cazip geliyor, ölümsüz olma düşüncesi içimizi gıcıklıyor, bilinmeyen varlıklarla temas kurabileceğimiz ihtimali kalp çarpıntısı yapıyor. 

Bu duruma kapitalizmin insanların boşalttığı içini gerçekdışı öğelerle doldurup, boş umut/vaatlerle kafasını dağatması olarak yorumlayabiliriz yorumlamasına da herşeyi kapitalizme yıkmak da bana anlamsız geliyor. Hayatımız fiziksel anlamda kolaylaştıkça (yemek bulmak, ulaşım, iletişim vs.) boş vaktimiz artıyor. Doldurulması gereken bir boşluk ortaya çıkıyor. Nasıl doldurulacağı elimizde olmakla birlikte genellikle insan yapısı kolaya, cafcaflı ve popüler olana kayıyor. Zaten atalar ne dimiş "ignorance is bliss". Aynen öyle, çok bilince herşey daha mı güzel oluyor, aksine? Bakın çok zeki insanlara mutlular mı, çoğu depresiftir. Ama bizim gibi ortalama zekadaki insan mutlu olacak çok şey bulur hayattan. 

Sevgili Baykuş ne anlatıyorsun sen nerseniz, öyle çene çalıyoruz işte, yok özel bir durum. Arada kimlik bunalımı yaşarız, hayatın neresindeyiz, hayatı ne ile geçiriyoruz, ne yapabiliriz diye sorarız. Ben de çaktırmadan bunu yapıyorum aslında. Ne kadar tatminkar olduğu belli olmayan bir iş, anlamsız aktivitelere harcanan iş dışı saatler, arada alternatifleri düşünüp rehavete kapılma... Neticede içimdeki Oblomov'u kucaklıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Masalların gerçek sonları...