Çoğunlukla Zararsız - II / Sicim Teorisi

İnsan küçükken herşey çok net ve kesindir. Gri bölgeler yoktur. Anne ve babamız (şanslıysak) vardır. Onlar herşeyi bilir. Biraz büyüdük mü öğretmenimiz ve öğretmenlerimiz olur. Diğer yetişkinlerle birlikte herşeyi bilen insanlarla çevrilidir etrafımız. Hayata güvence ile bakarız, sırtımızı yaslarız koltuğa. Onlar bilmemiz gereken herşeyi anlatır. Ne yemeli, ne giymeli, ne sevmeli, ne iyidir, Allah nedir, ölüm nedir, arkadaş nedir. Sadece nedir sorusuna cevap vermezler. Nasılı da anlatırlar. Yaşımız büyüdükçe, hormonlar çoşup ergenliğe eriştik mi o işin pek de öyle olmadığını fark etmeye başlarız. Sorular sordukça aldığımız cevaplardan tatmin olmadığımız takdirde hayatımıza şüphecilik girer. Dünya üzerinde olduğumuz süre uzadıkça, bırakın herşeyi bilmeyi, emin olduğumuz konu kalmaz. Yetişkinlik (şanslıysak, çünkü bir kısmımız ot olarak yaşantısını sürdürüyor) hayatı ve uzantılarını daha fazla sorguladığımız bir dönem oluyor.

Tarih dediğimiz sürece baktığımızda da bunu görüyoruz. Sümer, Mısır ve Yunan uygarlıklarına baktığımızda merak unsurunun bir uzantısı olarak hayatı açıklama çabalarını görüyoruz. Bugün durduğumuz noktadan farklı olarak, mitler, inanç daha kapsamlı bir yer tutuyor. Bu demek değil ki bilimsel aktivite yok. Bugün ulaştığımız nokta o tarihlerden bugünler atılan adımlar sayesinde. Ancak inanç dediğimiz unsur insanın kendinden emin olmasını sağlıyor. Herşeyi bilen insan da aramakla uğraşmıyor. Neyse gelelim evrene, fiziğe, bugüne...

Lisede en ilgimi çekmeyen ders nedir diye sorsanız ilk sırayı fizik alırdı. Bunda kabahatin çoğunu ruhunu teslim ederek derse gelen öğretmene ve onu destekleyen anlayışa vererek devam edeyim. Altyapı eksikliğinin alışılagelmiş olduğu hayatımızda, kazık kadar halimle evren, gezegen, kara madde ne ola diye çözmeye çalışınca haliyle kafamda kavramlar oturamakta zorlanıyor. Bunu göz önünde bulundurarak, varsa yanlışım düzeltin. Ben artık kafamın bastığınca derdimi anlatayım size.


Şu Antik Yunanlılar olmasa ne yapardık acaba? Yine isim babalığı yaptıkları bir kavramla yola çıkalım. Paradigma, eski Yunanca'da yapı, örnek, gözlem ve göstermenin ötesi olarak çevrilebilecek anlamlardan türemiş bir kelime. Bugün kullandığımız hali ise Thomas Kuhn'un öncülüğünü yaptığı anlatımıyla ise kendisini doğrulayan gözlem, deney ve teorilerin de içinde yer aldığı bir felsefi ya da bilimsel çerçeveyi ifade etmektedir. Paradigma değişimi olarak adlandırdığı mesele ise o güne kadar kabul edilen düşünce sistemi yerine yenisinin konulması oluyor. Sağol Kuhn amca.

Paradigma değişimleri bilimin ilerleme yöntemi. Yani bilim dediğimiz alan düz bir doğruda yol almıyor. Kırılmalar yaşıyor ve yeni bir düzleme geçiyor. Bugün uzay bilimi olarak adlandırdığımız ve gözümüzün önünde NASA amblemi, Armageddon'daki Bruce Willis'i (benim gibi yaşlı olanlar hatırlar) canlandıran meselenin temelini atan kişi Sir Isaac Newton. Bugün kullandığımız matematik sistemini oluşturarak, gezegenlerin hareketleri dahil yerçekimi yasasını fiziğe uyarlıyor. 20. yüzyılın başında yaşanan paradigma kayması ile quantum mekaniği fiziğe giriyor. Quantum mekaniği, atomların ve elektronların hareketlerini açıklıyor. Çağımızın dehası olarak adlandırılan Albert Einstein ise genel görelilik kuramı ile galaksi gibi büyük yapıların hareketlerini anlamamızı sağlıyor. Bu şekilde söyleyince, "eh tabii, haliyle" diyebilirsiniz. Biri büyüğü, biri küçüğü açıklıyor, çok süper. Yok öyle değil. Aslında bir teorinin geçerli kabul edilmesi için ikisini de yani dünya üzerindeki minnak bizleri de gökyüzünde yalnız gezen yıldızları da açıklayabilmesi lazım. Ancak bu iki teori de bunu başaramıyor. Bu durumda bize gereken "Herşeyin Teorisi/ Theory of Everything".




Sicim Teorisi (String Theory) öncüllerinin aksine tek taraflı değil, küçük-büyük nesne ayrımı yapmadan yapıyı açıklayabildiği için Herşeyin Teorisi olarak adlandırıldığı da olmaktadır. Adı, en küçük maddenin sicim benzeri küçük ve hareketli bir yapıya sahip olmasından gelmektedir. Yani hepimizin ve evrenin ana maddesi olan yıldız tozu kıpırdak mı kıpırdak parçacıklardan oluşmakta. 

80'lerde oluşturulan Sicim Teorisi, şu ana kadar maddeye ilişkin en doğru açıklamayı sağlayan teori. Bir dönem çokça alkış tutulmış olmasına rağmen, öne sürdüğü bir takım hipotezler karşı atakları ve kuşkucuları artırmış. Bunlar:

* Madde küçük sicim benzeri titreşen enerjiden oluşmaktadır.
* Farklı titreşimler faklı parçacıklar oluşturur, kuark ve elektron gibi.
* 10 boyutlu bir evrende yaşıyoruz. (Ney?!)


Son maddeye kadar "hımm hımm" diye dinleyen gözlüklü fizikçiler, birden gözlüğü düşürüyor. Bu 10 boyuta nereden varılıyor? Einstein genel göreliliği açıklarken haberdar olduğumuz üç boyuta uzayda zamanı da ekleyerek 4. boyuta ulaşmıştı. Sicim teorisi ise kendi içinde bütüncül bir formülasyonu sağlayabilmek için boyut sayısını artırmak zorunda. Şu ana kadar her türlü maddeye uygulanabilmesinden ve yanışlanamamasından ötürü doğru kabul edilmekle birlikte, sonraki yazıda geleceğimiz simülasyon meselesi gibi felsefik konulara el atmış olmasından ötürü burun kıvıranı da yok değil.

Bütün bu işin simülasyon evrenle ilişiklendirilen kısmı ise, Sicim Teorisini savunan fizikçilerin evren sayısının da sınırsız olabileceği ve aynı zamanda evrenimizin de bir hologram olabileceği savları (Fringe severler eller havaya!). Evren sayısının çok olması paralel evrenlere iş götürüyor. Paralel evrenin olması demek, evrenimizin simülasyon olma ihtimalini artırıyor. Holografik yapıda evren demek ise herşeyin bir yansıtma olması demek. Evrenin hologram olması olasılığı ile paralel evrenlerin varlığı illa ki yaşadığımız hayatın simülasyon olması gerekliliğini taşımasa da ihtimali güçlendirmekte.


Gelecek hafta işin daha da derinine, felsefesine ineceğiz. Görüşmek üzere...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Gezi Notları: Bangladeş