Ladies and Gentlemen, welcome on board!

Bütün ticaret dünyasında olduğu üzere sinema ve tv piyasasında da bir nesne tuttuğu zaman türevleri türemeye, taklitleri yapılmaya başlanır. Bir dönem milletin ne olduğunu anlamadan atladığı denge bilezikleri en son İstanbul’da sokak satıcılarına kadar düşmüştü. Para gelecekse, ben neden geri kalayım düşüncesi ticaret adamlarını en çok güdüleyen düşünce.



Sık sık söylene geldiği üzere Hollywood ve uzantısı tv dizileri ister istemez bir kısır döngü içine girdi. Daha doğrusu en baştan beri satan olguların kısırlığı yazarları/prodüktörleri bu duruma itelemekte. Hal böyle olunca başarı kazanan herhangi bir olgu amip gibi çoğalıyor. Bakınız: Vampirler… Son on yılda karşılaşmamızı ele alırsak: Buffy the Vampire Slayer, Angel, Twilight serisi, Vampire Diaries, Being Human, True Blood ve çeşitli kalitede nicesi… Vampir karakterinin tutması beraberinde, zombi, kurt adam, olağanüstü yaratıklar ve kahramanların da artmasına neden oldu.



Gelelim ana konumuza… Mad Men başladığı andan itibaren ortalığı kırdı geçirdi. Nedir diziyi bu kadar başarılı kılan? Geçtiği dönem? Kabarık etekler? Sigaranın hamile kadınlar tarafından bile püfür püfür tüttürülmesi? Karizmatik Don Draper? Kaliteli senaryoları da atlamamak lazım. Ben de bir kadın olarak çapraşık hisler uyandıran Draper karakterinden 60’ların New York sokaklarına kadar bir çok neden var saatlerimi bu diziye feda etmeme neden olan. Şimdi gelelim bu başarının amipciklerine…






Bu sezon çakma Mad Men olarak karşıma ilk Playboy Club çıktı. İmkanım olsa yaşamak isteyeceğim dönem olarak adlandırabileceğim 60’lı yıllar’da geçen bu dizide Don Draper çakması bir karakter ve Bunny kızlarla tv’de yer edinmeye çalışmakta. Başarılı mı? Hımm, en fazla varabileceği nokta vasatlık! Zayıf oyunculuk ve zeka pırıltısından noksan bir senaryo ile ancak onu başarabilirler. Muhtemelen en başta fikir iyi gelmişti. 60’lı yıllar Chicago… Mafya cirit atıyor… Bürokratlar yozlaşmış… Bir de işin içine Playboy Tavşanları girdi mi, ortalama bir dizi izleyecisini memnun edecek bütün unsurlara sahip olursun. Bilmiyorum, piyasada bu kadar dizi varken, hele de bu konuları öyle ya da böyle işlerken tercih edilir mi?








Son olarak karşıma çıkan türev dizi Pan Am oldu. Bayanlar baylar, kemerlerinizi bağlayın, masanızı kapalı olduğundan emin olun ve güneşliğinizi açık konuma getirin… Yine 60’lar civarında dolanan bir dizi ile karşı karşıyayız. Kabarık etekler, küt saçlar, sigaralar, şapkalar… Yeayyy… Pan Am Amerika’nın en eski havayollarından biriydi, 90larda krizle batana kadar. For more info, please: here  Amerikan filmlerinden ve diğer yollarla bize pompalanan popürler kültüründen aşina olduğumuz bir kavram ve logo Pan Am. Eminim görmeyeniniz yoktur. Varsa Fatih Terim Hoca’nın dediği gibi look at the tabelaaa….



Çeşitli ürünlerde de kullanılan Pan Am logosu, benim gibi Türk bir bünyede bilmem ne işe yarar ama hoş yau gibi kapitalist bir etki bırakmıştır. Şirket mevcudiyetini sonlandırsa da çanta, kıyafet, saat vs vs şeklinde para kazanabilmekte.






Bu kadar genel (popüler) kültürden sonra diziye gelirsek… Sadece ilk bölümünü izledim. Gywneth Paltrow’un oynadığı View From the Top gibi hostesliğin etkileyici dünyasını gözler önüne seriyor. Diziyi izlerken gözleriniz pırıldıyor. Dünyanın en güzel ülkelerine zahmetsizce seyahat etmek, özel kapılardan geçerek uçağa binmek, yakışıklı pilotlar, güzel kıyafetler, casuslar, karşılıksız aşklar ve bin bir türlü macera. Aslında tipik tüketim kültürünü nispeten kolay ulaşabileceğiniz bir dünya sergiliyor. Bir sürpriz olarak dizide karşımıza Cristina Ricci çıkıyor. Nedendir niyedir, böyle bir projede yer almış bilemeyeceğim ama varlığı bile dizinin umut vaad edebileceğine dalalet. Diziye ilişkin kişisel görüşümü ise şu aşamada belirtmekten kaçınıyorum. Birkaç bölüm izleyelim. Belki sarar, belli mi olur?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Gezi Notları : Kuveyt

Masalların gerçek sonları...