Kayıtlar

Kasım, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bey Kalk, Aşağıdan Bir Ses Geliyor!

Resim
Kamera uzaktan yavaş yavaş bir eve yaklaşır. Evin içinde henüz açılmamış kutular bulunur. Çok geçmeden ana karakterimizi görürüz. Yeni bir haunted house filmi buuu diyorsanız, evet kazanan sizsiniz! 2010 yapımı, James Wan'ın yönettiği "Insidious" (sinsi, fırsat kollayan manasına geliyormuş) iyi isimleri bünyesinde toplamış. Rose Bryne, Patrick Wilson ve Barbara Hershey filmin başrollerini paylaşıyor. Renai (Bryne) ve Josh (Wilson), 3 çocukları ile beraber yeni bir eve taşınmışlardır. Renai, başına gelen bir olaydan (çözemedim valla ne olduğunu, uyudum mu orada, ne olduysa!) evde çocukları ile beraber gün geçirmekte, bir yandan da müzik çalışmaları yapmkatadır. Mini mini bir bebesi de vardır. Diğer iki oğlan ise okula gitmektedirler. Bu oğlanlardan büyüğü, Dalton, taşındıktan kısa bir süre sonra ses duyduğu tavan arasına bakmak için tek başına yukarı çıkar. Tavan arasında merdivenlerden düşer ve kafasını çarpar. Görünürde herhangi bir sorunu gözükmeyen Dalton, o ge

Kırılgan bir Film

Resim
Korku filmlerine devammm... Geçen İspanyol sinemasının korku dünyasındaki yükselişinden söz etmişken hemen konuya uygun bir filmle devam edelim istedim. 2005 yapımı Fragiles, yönetmen Jalume Balaguero tarafından çekilmiş, başrollerde de Calista Flockhart ile Richard Roxburgh yer almakta. Flockhart zaten Ally McBeal ile herkeşler tarafından bilinmekte. Roxburgh kimdi diye düşünenler için referanslarımız Moulin Rouge'un Dük'ü ve Van Helsing'in Drakula'sı. Yok yine olmadı diyorsanız, buyrun... Dönelim filmimize... Amy (Flockhart), İngiltere'nin kırsalında bir çocuk hastanesinde gece hemşiresi olarak işe başlar. Eski bir binadan oluşan hastane artık ihtiyaçları karşılamadığı için yavaş yavaş hastaları naklederek taşınma işlemi sürmektedir. Hastalardan biri olan Maggie geceleri uyumakta zorluk çekmektedir. Amy, Maggie ile ilgilenip sorunun ne olduğunu bulmaya çalışırken Maggie, Charlotte'tan korktuğunu söyler. Charlotte, hastanenin 1959 yılında kapatılan ikinci

Kar ile korkutulan nesil

Resim
Türk kadını üşür!!! Bu 2+2=4 gibi net ve değişmez bir gerçektir. Hangi çılgın aksini savunursa şaşarım! Ve evet, bir Türk kadını oalrak havalar soğusun soğumasın üşürüm ve üşüyorum ve üşüyeceğim. Bunu anlamayan, anlamak istemeyen erkeklere de şaşıyorum. Size sıcak basarken iyi de biz üşüyünce mi tuhaf? Her neyse, dün gece burada kar yağıyordu ve doğal oalrak aklıma "karlar düşer, düşerrr düşerrr ağlarım" şarkısı geldi. Sonra durdum ve şarkıyı irdeledim. Bir insan neden düşen kar tanesi görünce ağlar? Her biri birbirinden farklı, beyaz, kristalimsi, şirin, ışıkta parlayan, burnunuzun üstüne düştüğünde şaşı şekilde bakmanıza yol açan o küçük, sevimli nesne neden birini ağlatır? Bakınız şarkı şöyle: İnşallah ol sen de böyle Aşık ol da bak birine Ben oldum da ne oldu sanki Senin gibi birisine Karlar düşer Düşer düşer aglarım Hep ismini Hep ismini anarım Zaten sende insaf yoktu Olsaydı terketmezdin beni Terkettin de ne oldu sanki Bak buldum başka birisini Şar

Kara bir Cuma

Resim
Demeyin bir Cuma günü nasıl olur da kara olur diye? Efenim, Kara Cuma (Black Friday) kapitalist ekonomiye "thanksgiving"lerini sunan Amerikalıların yedikleri hindileri eritmek üzere, Christmas alışverişlerinin başlangıcını oluşturan günmüş. - Karıcım kaç tane fotoğraf makineasi daha alayım? Bu manalı ismin çıkış noktası ise şuymuş: 1960'larda Philadelphia'da bu güne yoğun bir ilgi oluyormuş ve darda olan (in the black) satıcıların yüzü gülüyormuş bugün. Bir diğer açıklama Philadelphia Polis Departmanı'nın bu ismi türettiği yönünde. Bu alışveriş çılgınlığı içinde şehirde trafik karışıyormuş, sokaklar kalabalıklaşıyormuş ve netice polisler için "kara cuma" oluyormuş. Bu daha mantıklı geldi. - Joe, koş koş! - Yettim Micheal, sen şu geyikli kazaklardan bana da ayır. Anlaşılacağı üzere, Amerikan ekonomisinin "sıkıntılı" günlerinde yüzünü güldüren bir sirkülasyon sağlıyor bu satış patlaması. Bize ne oluyor peki derseniz? Bir gün genel kültür bö

Blog deyip geçmeyin

Blog olayına kafayı taktınız mı sonu yokmuş, ben bunu gördüm. Her türlü blog sanal dünyamızda yer almış haberim yok! Gerçi yoğun bir iş temposundan çıkıp insani koşullarda çalışmaya başlamamın etkisi oldu bu keşiflerde. Her neyse... Bir kadın olarak tabii ki moda blogları ilgimi çekti.Ama nedense çoğunu beğenmedim. Sürekli aman şunu giydim, aman bunu giydim, altına da binbeşyüz tane fotosunu koydum. Bir de altında neyin nerden alındığı yazıyor, faydalı tabii. Ama mesela çanta NevYorkdannn, ayakkabı İtalyadannn gibi tanımlamalar beni gülümsetiyor. Her neyse, bu fotoya boğulmuş bloglar arasında Alışveriş Danışmanı na rastladım. Çok beğendim. Fotoya bulanmışlık yok, genel olarak bilgi veriyor, benim gibi moda ile alakası olmayan bir insan bile bişiyler anlıyor neticede! Yazım tarzı da hoş. Okuyun bence :) Blogların beğenmediğim türü kozmetik üzerine olanı. Niyeyse çok anlamsız geldi. Ojeymiş, parfümmüş, kremmiş bunları blog üzerinde tanıtmak çok mantığıma yatmadı. Zevkler renkler işte

Şöyle Kımıl Kımıl, Köpüklü Bişi

Resim
Korku filmlerine devam... Dün akşamımızı 2008 yılı yapımı Quarantine ile şenlendirdik. İspanyol yapımı Rec'ten kopya Quarantine'i, M. Night Shyamalan'ın yazığı Devil'i de yöneten John Erick Dowdle yönetmiş. Başrollerde Dexter'ın kızkardeşi Jennifer Carpenter var. "Exorcism  of Emily Rose"da da döktürerek beni iyi oyuncu olduğuna ikna eden Carpenter özellikle ilerleyen sahnelerdeki performansı ile filmi alıp götürüyor. Konuya girelim azcık. Angie (J. Carpenter) bir televizyon kanalı için itfaiyecilere ilişkin bir program hazırlamaktadır. Kameraman arkadaşı (bu ifadeyi kullanmadan geçmek istemedim! Hayatta insanın karşısına çok çıkmıyor) Scott ile beraber çekim yaparlarken bir apartmandan gelen acil durum ihbarı üzerine itfaiyecilerin peşi sıra olay yerine giderler. Apartmanın girişinde apartman sakinleri ikinci katta yaşayan Bayan Espinoza'nın çığlık seslerini duyduklarını belirtir. Olay yerine itfaiyeden önce gelen polisler, itfaiyeciler ve tabii k

Gezi Notları: Bangladeş

Resim
Gazetelerin ara ara sayfa doldurmak amacıyla uydurma olduğuna inandığım araştırmalarda, en fakir, en pis, en mutsuz vs ülkelerin başında gelenlerden biridir Bangladeş. Gittim, yerinde inceledim! Kendi dillerinde "Bengal Ülkesi" anlamına gelen Bangladeş, resmi olarak 1971'de bağımsızlığını ilan etmiştir. Öncesinde ise yine İngilizleri ve sömürgeciliğin karman çorman ettiği bir tarihi buluyoruz. 12. Asırdan 1757 yılına kadar Müslümanların kontorlü altında olan bölge, daha sonra İngiliz hakimiyetine girer. Hindistan'da sömürgeci bir yönetim süren İngilizler, Bangladeş'i de Hindistan'a bağlı Bengal eyaleti olarak yönetmiştir. Ne zaman ki, Hintliler İngilizleri bölgeden atmış, asıl karmaşa o noktada başlamıştır. Coğrafya aynı ırktan olan ancak Budist ve Müslüman halklardan oluşmaktaydı. Bölgedeki hakimiyetini "belirgin olmayan" yollardan yürütmek isteyen İngiltere için bir fırsat sağlar bu durum. Zaten sornasında bölgede bitmek bilmeyen bir kavga başlar

Yüksel Karanlıklar Lordu, Yüksel!

Resim
Hani bazı filmler, diziler, şarkılar vardır, yerinde ve zamanında güzel, işte John Carpenter'ın Prince of Darkness'ı da öyle. Bu aralar evimizi saran korku filmi izleme vebası ile Rosemary'nin Bebeği'nden sonra eşimin "vakti zamanında" severek ve korkarak (eh, çocukmuş o zaman) izlediği Prince of Darkness'a el attık. John Carpenter'ın yönettiği 1987 yapımı filmde, benim tanıdığım herhangi bir sima yoktu, muhtemelen sizin de bilmediğinizi düşünüyorum ve uzun uzun bilmediğimiz cast'ı buraya sıralamıyorum. Filmde tek bir tanıdık var, o da Alice Cooper. Psikopat bakışları ile filmin ilk yarısının tek sürükleyici öğesi desem? Konuya gireyim kısacık... Terk edilmiş bir kilisede, içinde ne olduğu anlaşılamayan bir sıvı bulunan bir silindir bulunur. Efenim, vakti zamanında bir yerlerde bulunup kiliseye konmuş bu silindirin yanında bir de kalınca kitap bulunmaktadır. İçinde Aramcadan, Latinceye Yunancadan çeşitli matematiksel işlemlere kadar "

Annesinin kuzusu

Resim
Şehir silueti ile beraber fonda bir ninni mırıldanması duyarız. Kamera New York'u geniş açıdan tarayarak ilerler ve sonunda bir apartman girişinde durur. İşte orada tanışırız Guy ve Rosemary Woodhouse ile. Guy tutunmaya çalışan bir aktörken eşi Rosemary, evini ve ailesinin geleceğini planlayan genç bir kadındır. Kiralamak için baktıkları daireyi çok beğenen Rosemary kocasının isteksizliğine rağmen ısrar eder ve kiralarlar. Yakın arkadaşları Hutch, kiralayacakları apartmanın geçmişinde çeşitli şeytana tapma ayinleri gerçekleştirildiği, bu konularla ilgisi olduğu yönünde suçlanan insanlar yaşadığı ile ilgili hikayeler anlatır. Ama Rosemary evi o kadar beğenmiştir ki bunları duymazdan gelir. Eve taşındıkları zaman yan komşuları Castavet'ler - yaşlı bir çift- musallat olur. Yemeğe çağırmalar, habersiz uğramalar. İlk başlarda Guy da rahatsız olsa da zamanla onları çok benimser. Rosemary ise mesafesini korumakla beraber kocasına hayır diyemez. Çocuk sahibi olmak isteyen Rosemary&

Gezi Notları : Kamerun - Yaounde

Resim
Afrika'ya gidecek olmak insanda tuhaf bir heyecan uyandırıyor. Bir yandan gözümün önüne Meryl Streep'in Out of Africa'sı gözümün önüne geliyor, bir yandan Hotel Rwanda. Neler görürüz acaba diye heyecanlanırken bir yandan da sarı humma, polio vs aşısı olmanın verdiği tedirginlik oluyor. Öyle ya da böyle yola çıkıldı... Nereye gittiğimize azcık bakalım... Kamerun kendi halinde bir ülkeyken, Portekizliler keşfediyor. Wouri Nehri'nden toplayıp götürdükleri karideslerden ötürü ülkeye Rio dos Camaroes yani Karides Nehri diyorlar. Bu oluyor mu zamanla Cameroon! Portekizliler yiyip içip gezerken sömürge peşinde koşan Almanlar olayı bir adım daha öteye taşıyıp doğrudan sömürgeleri ilan ediyorlar. Ama hayat hep sürprizlerle dolu. Almanlar 1. Dünya Savaşı'nda yenilince (hani biz de yenilmiş sayıldık ya!) ülkenin kontrolü Milletler Cemiyeti kisvesinde İngilizlere ve Fransızlara geçiyor. Kuzey Fransızlarda, güney İngilizlerde kalıyor. Sonra ne oluyor diyorsanız, bir çok sömürg